Resûlullah, sadece kendi rahatını düşünen bencilce bir hayat tarzından ashâbını ısrarla sakındırmıştır. Müminler sadece “ben nasıl rahat ederim”e göre değil, “nasıl rahat ettiririm”e göre de hayatlarını tanzim etmeliydi. Kardeşinin ihtiyacını gözetmek ve sıkıntılı gününde onun yanında olmak, bir mümin için hayat tarzı hâline gelmeliydi. Nitekim sahâbeden Berâ’ b. Âzib, “Peygamber (sav) bize şu yedi şeyi emretti: Hastayı ziyaret etmek, cenazeyi (kabre kadar) takip etmek, aksırana Allah’tan rahmet dilemek, zayıfa yardım etmek, mazluma yardım etmek, selâmı yaymak ve yemin edenin yeminini tasdik etmek.” (Buhârî, İsti’zân, 8) derken, Hz. Peygamber’in ashâbını sosyal hayatın gerekleri konusunda eğitmek için ne kadar hassas davrandığını ortaya koyuyordu. Resûlullah’ın öğrettiği toplumsal ahlâka göre gücü yeten müminler, gücü yetmeyenlerin hizmetinde olmalıydı. Hz. Peygamber, “Dul bir kadının ve fakirin işleri için koşturan kimse, Allah yolunda cihad eden yahut geceyi namazla gündüzü oruçla geçiren kimse gibidir.” (Buhârî, Nafakât, 1) buyurarak, hizmet ehli olmanın Hak katındaki kıymetini bildirmişti. Nitekim insanların en hayırlısı, onlara en faydalı olandı.
Diğer taraftan insanların hizmetinde olmak, maddî imkânlara bağlı olmaksızın her müminin hayatını kuşatabilecek bir olguydu. Allah Resûlü,“İki kişinin arasında adaletle karar vermen bir sadakadır. Hayvanına binmek isteyen bir kimseyi hayvana bindirmen yahut eşyasını hayvana yüklemen bir sadakadır. Güzel söz bir sadakadır. Namaza giderken attığın her adım bir sadakadır. İnsanlara eziyet veren şeyleri yoldan kaldırman (bile) bir sadakadır.” (Müslim, Zekât, 56) diyordu. Zira sadaka ismi altında zikredilen bütün bu hususlar, aslında insanlara olan sadakat ve samimiyetin birer göstergesiydi. Toplum içinde yaşadığımıza göre, her hâlükârda diğer insanların da maslahatını dikkate almak gerekiyordu. Nitekim Efendimiz ashâbına, “Gözü (harama bakmaktan) sakınmak, rahatsızlık verecek şeyleri ortadan kaldırmalarını, selâma karşılık vermelerini, (insanları) iyiliğe davet edip kötülükten sakındırmak suretiyle kenarına oturdukları yolun dahi hakkını vermelerini” tembih lemiştir.(Buhârî, Mezâlim, 22)
Resûlullah, insan ilişkilerinde öncelikle en yakındakilerin gözetilmesini ısrarla vurguluyordu. Nitekim Allah yolunda cihad etmek üzere kendisinden izin isteyen bir adamın anne babasının kendisine muhtaç hâlde olduklarını öğrenince, “Öyleyse onlar için cihad et (çaba göster).” buyurmuştur.( Buhârî, Cihâd, 138) Sadakaların da öncelikle ihtiyaç sahibi aile fertlerine ve akrabalara verilmesi gerektiğini beyan etmiştir. “Sizin en hayırlınız, ailesine karşı en hayırlı şekilde davrananlarınızdır.” (Tirmizî, Menâkıb, 63) buyururken, Müslümanların başkalarından önce en yakındakilerle iyi ilişkiler kurması gerektiğini vurgulamıştı. Kişinin yakın çevresini oluşturan komşularla ilişkilerine de özen göstermesi gerekiyordu. Allah’a ve âhiret gününe iman eden kişi, komşusuna eziyet etmemeli aksine onunla iyi ilişkiler kurmalıydı. Nitekim şehirleri gerçek anlamda yaşanılabilir ve müreffeh kılan şey, sağlıklı bir zemine oturmuş insan ilişkileridir. Bu nedenle Sevgili Peygamberimiz, eşi Hz. Âişe’ye şöyle demiştir: “Rıfktan (yumuşak davranmaktan) nasibi verilen kimseye, dünya ve âhiret iyiliklerinden de nasibi verilmiştir. Sılai rahim (akrabalık ilişkilerini gözetmek), güzel ahlâk ve iyi komşuluk, beldeleri mâmur (yaşanır) hâle getirir ve ömürleri uzatır.” (İbn Hanbel, VI, 159) Yani insanlarla kurulan iyi ilişkiler, kişiye daha huzurlu ve bereketli bir hayat bahşeder. Bu sayede insanlar yaşama sevincini elde ederler ve böylece hem bu dünyada hem de âhirette mutlu olurlar.
Mümin kulun diğer insanlara karşı sorumluluğu ve onlarla ilişkisi sadece yakın çevresi ile sınırlı değildir. Resûlullah kimsesize ve yolda kalana sahip çıkmanın da Müslümanların vazifesi olduğunu bildirmiş, nitekim bir defasında perişan kıyafetlerle huzuruna varan Mudar kabilesinden bir grup bedevîye yardım için Medinelileri seferber etmiştir. Müslümanlar için sosyal hayat, içinde yaşadıkları bütün toplumu kapsamaktaydı. Allah Resûlü erkek, kadın, çocuk, köle ya da hizmetçi ayrımı yapmadan herkesi sosyal hayatın parçası olarak görmekteydi. Bu noktada, kadınların cemaatle namaza katılmalarını teşvik eder, onların eğitim ve öğretimlerine özel zaman ayırırdı. Yolda yürürken çocuklara rastladığında onlara selâm verir, yanaklarını okşardı. Köle ve hizmetçilerin insanların kardeşleri olduğunu hatırlatır, onlara yediğinden yedirmeyi, giydiğinden giydirmeyi tavsiye ederdi. Nitekim o, bir zamanlar köle olan Bilâli Habeşî’ye Peygamber müezzini olma şerefini yaşatmıştır.
Hz. Peygamber Müslüman olmayanları da toplumun birer ferdi olarak dikkate alırdı. Bu nedenle iman ehli olmasalar da müminlerin gayri müslimlere karşı Allah katında sorumlu olduklarını hatırlatmıştır. O, İslâm toplumunun koruması altında yaşayan bir gayri müslimin canına kast edenin, âhirette kırk yıllık mesafeden dahi duyulan cennetin kokusunu duyamayacağını bildirmiştir. “Allah sizinle din uğruna savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik yapmanızı ve onlara âdil davranmanızı yasaklamaz.” (Mümtehine, 60/8) âyet-i kerimesi gereğince, savaş hâli dışındaki zamanlarda onlarla en güzel şekilde medenî ilişkiler kurmayı tavsiye etmiştir.
Sosyal hayat, kişiye çeşitli haklarla birlikte sorumluluklar da getirir. Dolayısıyla insanın kendisi kadar başkalarını da dikkate alması, sınırlarının farkında olması ve toplum içerisinde ona göre hareket etmesi gerekir. Hz. Peygamber bu sorumluluk bilincini, toplumun farklı kesimlerini temsil eden gemi hadisiyle ifade etmiştir. Buna göre gemiyi paylaşanların bir kısmı üst tarafında, bir kısmı da alt tarafında yolculuk etmeye hak kazanmıştır. Alttakiler geminin altında kapalı hâlde olduklarından su ihtiyaçlarını karşılamak için yukarıdakileri rahatsız etmemek amacıyla bulundukları yerden bir delik açmak isterler. Bu du rumda yukarıda bulunanlar aşağıdakileri kendi hâline bırakır da gemiyi delmelerine izin verirlerse gemidekilerin tamamı helâk olur. Fakat onlara engel olurlarsa hem onlar hem de kendileri kurtulur. Peygamberimiz bu gemi hadisiyle, hayattaki sosyal oluşum ve katmanları çok veciz bir şekilde ifade etmiştir. Gemiyle kastedilen, aile, mahalle, köy, belde, şehir, ülke ve nihayetinde en geniş anlamda dünyadır. Üsttekilerden maksat yönetenler, zenginler, işverenler, güçlüler veya ilim sahibi olanlar, alttakiler ise yönetilenler, fakirler, işçiler, işsizler, güçsüzler veya cahillerdir. Açılan delik de sosyal hayatı olumsuz etkileyen hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet gibi her türlü gayri meşru yolu temsil ediyordu. Nitekim Müslümanları sorumluluklarının farkında olan “örnek bir toplum” oluşturmakla yükümlü kılan Allah Teâlâ, Kur’an’da şöyle buyurmaktadır: “Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten meneder ve Allah’a inanırsınız...” ( Âl-i İmrân, 3/110)
KAYNAK: HADİSLERLE İSLAM