Prof. Dr. Mehmet Ünlü

Tarih: 25.08.2025 11:31

Demirci Akıncıları Neyin Mücadelesi Vermiş, Biz Neyi Söylüyoruz?

Facebook Twitter Linked-in

Kurtuluş Savaşının kazanılmasında önemli eşiklerden birisi olan Demirci savunmalarının her geçen gün farkındalığı yapılan gayretli çalışmalarla artmaktadır. Bu durum gelecek nesillere vatan sevgisi ve savunmasının anlatılması acısından son derece değerlidir. “Vatan sevgisi imandandır” ifadesiyle vücut bulan milli değer, her dönemde Türk Milletinin kalbinde yer etmiştir. Yaşadığı yeri vatan kabul eden bu aziz millet, kan dökülerek fetihlerle alınan bir avuç toprak dahi, savaşmadan teslim etmez.
Kurtuluş savaşı sonrasında bu algı devam ederken 1941 yılında Millî Eğitim Bakanlığı tarafından I. Coğrafya Kongresi yapılmıştır. Kongre o dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ile Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün himayesinde yapılmıştır. Kongrenin son gününde bizatihi katılan devlet amirleri emredildiği gibi yapılması gerektiğini direktifleriyle tekrar belirtmiştir. Bu du- rum konunun öneminin farkındalığı için kayda değerdir. 
O dönemin bilim insanlarının bölgesel ayrımcılığa ve isimlendirmelere itirazları olsa da günün siyasi şartlarını değiştirecek siyasi güce sahip olmadıkları için kongre sonunda ülke coğrafyasının daha güzel anlatılması iddiasıyla yedi coğrafi bölgeye Türkiye ayrılmıştır. Demirci topraklarında yer aldığı tüm Batı Anadolu ve kıyısındaki deniz ne yazık ki Yunan ismi olan “Ege” ismine layık görülmüş!

Bir sonraki yıl ise tüm lise coğrafya derslerinde zorunlu haftada iki saat olarak yedi coğrafi bölgeler öğretim programlarında yerini almıştır. Zaman içinde saat ve coğrafya derslerindeki mevcudiyeti değişse de, bu durum 2005 yılına kadar devam etmiştir.

Vatan topraklarının daha güzel öğretilmesi için yapılan olayı şöyle bir gözden geçirelim. Güya masun (!) bir istek olduğunu görelim! Bölge tasniflerinde sınırlanan alan-da coğrafi bir unsurun (bitki, toprak, yerleşme…) tümümün aynı olması gerektirir. Buna göre bölge isimlendirilir. Örneğin; “Akdeniz İklim Bölgesi”, “Karadeniz Bitki Örtüsü Bölgesi” ve “İstanbul-Kocaeli Sanayi Bölgesi” gibi.

1941 yılında yapılan yedi coğ-rafi bölge ayrımlarında böyle bir ilke söz konusu olmamıştır. Hiçbir özelliği birbirine uymayan alanların yamalı bohça mantığıyla bölge sınırları çizilmiştir. Örneğin Karadeniz Bölgesi olarak tanımlanan alanda Kuzey Anadolu sıra dağları Bulgaristan sınırından (Yıldız Dağları) başlar Gürcistan’a kadar devam eder, fakat bölge sınırı Sakarya vadisinde bitmiştir. Yine Karadeniz dağlarının kuzeye ve güneye bakan yamaçlarında bitki örtüsü, toprak örtüsü, fauna çeşitliliği, toplumsal yaşam şartları, yerleşme, nüfuslanma ve sosyokültürel benzerlikler… vb. bir bölgede aynı olması gereken hiçbir unsur aynı veya benzer değildir. Benzer karşılaştırmaları Akdeniz kıyısında ve Adalar Denizi kıyısında yapılan bölgesel ayrımlar içinde yapabilirsiniz. Şimdi soruyorum Isparta-Burdur çevresiyle Antalya çevresinin neyi benzer. Demirci, Gördes ve Uşak ile Muğla ve Aydın’ın benzerliği nerede?

Nitekim Demircili olarak farklı bir şehre gittiğinizde Demirci’yi “Ege Bölgesi”nde olduğunu ispatlamak ve tanımlamak ne kadar zorluk çektiğimizi yaşamayan yoktur. Yani olmayan bir şeyi ispatlamak için ömrümüzü yedik, gelin bu safsatadan vazgeçelim!

Başka bir yanlışı beraber düşünelim, güya coğrafi bölge isimlendirmeleri kıyılarda yer alan denizlere istinaden verilmiş. Örneğin Karadeniz kıyısında kıyı bölgesin ismi “Karadeniz Bölgesi”, Akdeniz kıyısında kıyı bölesinin ismi “Akdeniz Bölgesi” ve Marmara kıyısındaki alanlar için “Marmara Bölgesi” tanımlaması iddia edilirken ülkemizin batısında Adalar Denizi kıyısında olan sahanın ismi şimdiye kadar olmayan bir isimle “Ege Bölgesi” olarak isimlendirilmiştir. Oda yetmemiş denizin ismi de değişmiş, “Ada-lar Denizi” birden olmuş 1941 yılın- da “Ege Denizi”. Bu verilen “Ege” yani “Egeid” ismi Balkan yarımadası kıyısında eski bir limana Yunan ko-mutanlarına atfen verilmiş bir isimdir. Türk ve Türkçe değildir. Şimdi size soruyorum, batı kıyımızdaki Adalar Denizi’nin ismini Yunan ismi olan Ege ismini verip, nasıl olacakta “Mavi Vatan” diye bir kaygımız olacak! Bu denizdeki haklarımızı nasıl savuna-cağız. Yunan denizi dedikten sonra.

Tarihsel olarak bakıldığında ise “Ege Bölgesi” olarak tanımla-nan sahalar Kurtuluş Savaşı döneminde Yunanlıların Batı Anadolu’da ilerledikleri sahayı içinde alır. Bu bölge daha küçük alt bölümlere ayrıldığında bölgenin isimlendirmesi daha da dikkat çekici hale gelir. Kıyı kesimdeki Yunan işgalcilerinin daha uzun süre kaldıkları ovalık sahalar “Asıl Ege Bölümü” olarak tanım-lanmıştır. Diğer platoluk saha ise hiçbir tanımlamaya uymayan “İçbatı Anadolu Bölümü” şeklinde isimlendirilmiştir. Asıl olan bir şeyin muhakkak ki sahtesi veya tamamlayıcısı olur ve o bağlamda tanımlanır. Yani Asıl Ege’nin aslı olmayanı nerede? Aynı şekilde sözü edilen bölgenin doğu bölümünün “İçbatı Anadolu Bölümü” şeklindeki tanımlanması bir o kadar saçmalıktır. “Dışbatı Anadolu Bölümü” veya “Batı Ana-dolu Bölümü” şeklinde bir bütünü olmalı ki “İçbatı Anadolu Bölümü” olsun. Sonuçta yapılan bölgesel tasnif zorlamaya dayanan siyasi bir ka-rar olduğu açıktır.

Aynı şekilde Atatürk’ün Kurtu-luş Savaşı’nda “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz” olarak işaret ettiği batı kıyılarımızın ismi niçin değişmiştir. Dikkat edilirse bu dönemde de “Ege” diye bir isimlendirme yoktur. Dolaysıyla bu isimlendirme (Ege) ile Türk toprakları ve Türk Denizi zımmen, Yunan’a teslim edilmiş ve işgale altındadır. Bilindiği gibi 1941 öncesinde batı kıyımızda bulunan deniz Akdeniz’in bir kolu olduğu için Akdeniz veya içinde çok sayıda ada olmasından dolayı “Adalar Denizi” olarak tanımlanmaktaydı.

Böyle bir isimlendirmeye niçin ihtiyaç duyulmuştur? Çünkü emperyalist ülkelerin diğer ülkeleri daha kolay yönetebilmek için uydurdukları bölgeselcilik fikriyle yapılan çalışma coğrafi bir tanımlamadan daha fazlasıdır. Atatürk’ün 1938’de ölümüyle birlikte başlayan Yunanlılarla dostluk (!) gösterileri sonunda emperyalist ülkelerin Anadolu’yu paylaşma se-naryoları devam etmiştir. Nitekim yedi coğrafi bölge olarak adlandırılan sınırlara bakıldığında “Sevr Antlaşması” haritasıyla benzerliği tesadüfi olmasa gerek! Bu kapsamda vatan topraklarının parçalanıp doğu topraklarının Ermenilere, batı topraklarını Yunanlılara ve güneydoğu topraklarının vaat edilmiş Büyük İsrail’e… taksimi mi veya daha fazlası mı düşünülmüş.

Ayrıca 1850’li yıllarda başlayan bölgeselcilik fikri 1900’lü yılların başında coğrafya camiasında terk edilmiştir. En son bölgesel tanım-lamaları 1964 yılında (o dönemde) Doğu Bloğu ülkesi olan Bulgaristan tarafından terkedilmiştir. Bizde ise daha hâlâ üniversitelerde ve ilköğretim okullarında okutulmakta, hava durumu programlarında boy göstermektedir.

Bu durum 2005 yılında lise programlarından çıkarılsa da, 85 yıldan beri ezberletilen yanlışın hemen düzelmesini bekleyemeyiz. Bunun için güçlü iradeli vatansever insanlara ihtiyaç vardır.

Yedi benzemezi önce ayırıp, sonra birbirine benziyor diye karşılaştırıp benzemediği sonucuna her defa varmak ise bilim değildir. Çünkü farklı diye ayrılmış olanın, aynı olması mümkün değildir. Yani nereden bakarsanız bakın hata. Şimdi bunun yerine ne diyeceğiz diyebilirsiniz, yanlışa yeni bir yanlışla düzeltmek zorunda değilsiniz. Manisa’ya Manisa demek, İzmir’e İzmir demek varken niye başka tanımlaya ihtiyaç duyalım.

Ancak doğal bölgeler (İklim bölgeleri, bitki bölgeleri) ile işlevsel bölgeler (tarım bölgeleri, maden bölgeleri, sanayi bölgeler veya DSİ ve Karayolları gibi işletmelerin hizmet bölgeleri) bu tanımlanın farklıdır. Bu bölgelerin yedi coğrafi bölge tasnifleriyle hiçbir ilgisi yoktur.

Kurtuluş Savaşı’nda uğruna nice şehitler ve gaziler verdiğimiz, bu vatan toprakları bu kadar basit bir şekilde Yunan isimlendirilmesine muhatap edilmemeliydi.
Şimdi size soruyorum akıncı evlat ve torunları; Demirci Akıncılarının ve Batı Anadolu’da çok sayıda efelerimizin ve kızanlarının savaşıp şehit oldukları bu vatan toprakları sirtakinin oynandığı ve tabakların kırıldığı yerler olmamalıdır. Bunun için bölgesel tanımlamaları kullanırken Müslüman - Türk kimliği adına bir daha düşünmek gerekli. 
 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —