Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Bir mümin, aç bir mümini doyurursa, Allah da o kimseyi cennet meyveleriyle doyuracaktır. Yine bir mümin, susuz kalan bir mümine bir şeyler içirip susuzluğunu giderirse, Allah kıyamette ona (misk ile mühürlenmiş lezzetli bir içecek olan) Rahîk-ı Mahtûm’dan içirecektir. Yine bir mümin, elbiseye ihtiyacı olan bir mümini giydirirse, Allah da ona cennetin yemyeşil elbiselerinden giydirecektir.” (Tirmizî, Sıfatü’lkıyâme, 18)
Resûl-i Ekrem bir keresinde ise cennet muştulu tavsiyelerde bulunurken, adaletli yöneticilerin, sadaka verenlerin, akrabaya ve Müslümanlara karşı ince kalpli, merhametli davranan ların, bir de iffetini ve namusunu muhafaza eden kimselerin cennete gideceğini söylemiştir. Aynı şekilde Hz. Peygamber’in (sav) bildirdiğine göre, “adaletli hâkim” ve “her gün ve her gecede beş vakit namaza çağıran müezzin, kendisinden memnun olan cemaate imam olan adam, Allah'ın ve efendisinin hakkını yerine getiren köle” de cennetin nadide mekânlarında yer almayı hak edecek kişilerdendir.
Resûl-i Ekrem, “Cennete, kalpleri kuş kalbi gibi (saf ve hassas) olan insanlar girecektir.” (Müslim, Cennet, 27) buyrularak hem gönül zenginliğine hem de Allah'a duyulan saygıdaki hassasiyete dikkat çekilmiştir. Rahmet ve saadet yurduna, gazap ve felâket yolundan gidilemeyeceği açıktır. Bu yüzden hadislerde cennetle müjdelenen insanların çoğu, temiz bir kalbe sahip olmanın yanı sıra Yüce Allah'a karşı kulluk bilinci içinde hayatını sürdüren ve kalbinin temizliği davranışlarına yansıyan kimselerdir. Nitekim Allah Resûlü’ne, “İnsanların cennete girmesini en çok sağlayan şey nedir?” diye sorulduğunda, o (sav), “Takva (Allah'a karşı sorumluluk bilinci) ve güzel ahlâktır.” yanıtını vermiştir. (İbn Mâce, Zühd, 29) Allah'a karşı saygı ve korku içinde olmanın cennete girmek için bir vesile olduğunu anlatan Resûlullah’ın ifadelerine göre, bir dağın tepesinde ezan okuyan ve namaz kılan bir koyun çobanı Yüce Allah'ın hoşuna gider ve Rabbimiz, “Şu kuluma bakın. Benden korkarak ezan okuyor ve namaz kılıyor. Ben bu kulumu affettim ve onu cennete koydum.” buyurur. (Ebû Dâvûd, Sefer, 3)
Hz. Peygamber, güzel ahlâklı kimseler ile cennetlikler arasında doğrudan bir bağ kurmuştur: “Size cehenneme girmeyecek kimseleri bildireyim mi? Cana yakın, uysal, yumuşak huylu ve kolay geçinilen herkes.” (Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 45) Ubâde b. Sâmit’in naklettiği bir hadiste ise Hz. Peygamber (sav) cennete girmeyi garanti etmenin altı ahlâkî şartını şöyle sıralamıştır: “Siz bana kendinizden altı şeyi garanti edin, ben de size cenneti garanti edeyim: Konuştuğunuzda doğru söyleyin. Söz verdiğiniz zaman onu yerine getirin. Size bir şey emanet edildiğinde onu sahibine verin. Namusunuzu koruyun. (Harama) bakmaktan sakının. Elinizi (kötü işlerden) çekin.” (İbn Hanbel, V, 323)
Cennetle muştulanan bir başka grup ise gözlerini kaybetmek gibi tedavisi mümkün olmayan hastalıklara imanla sabredenlerdir. Bir kudsî hadiste Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Kimin iki sevgili gözünü alırım da o, karşılığını benden bekleyerek buna sabrederse onun için cennetin dışında hiçbir ödüle razı olmam!”(Dârimî, Rikâk, 76)
Hz. Peygamber’in (sav) cennetle muştuladığı bir diğer haslet ise doğruluktur. Abdullah b. Mes’ûd’dan nakledildiğine göre, İki Cihan Efendisi (sav) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz, doğruluk (insanı) iyiliğe, iyilik de cennete götürür. Kişi devamlı doğru söyler ve doğruluktan ayrılmazsa Allah katında "doğru/sıddîk" olarak tescillenir. Yalandan sakının! Çünkü yalan (insanı) kötülüğe, kötülük de cehenneme götürür. Kişi devamlı yalan söyler, yalan peşinde koşarsa Allah katında "yalancı / kezzâb" olarak tescillenir.” (Müslim, Birr, 103;)
İşte bu nebevî müjdeler ve uyarıların gösterdiği üzere cennet, ancak bu dünya şartlarında kazanılacaktır. Kur’an’ın “eğri” ve “doğru” ya da “iyi ve kötü” şeklinde ifade ettiği ve buradan ilhamla şairin, “Oluklar çift; birinden nur akar, birinden kir” dediği üzere, insanın ebedî hayatını belirleyecek olan bu yol ayrımında yollardan birisi saadet yurdu cennete, diğeriyse felâket yurdu cehenneme götürecektir. Hangisinden gitmek istediği ise insanın tercihine bırakılmıştır. Hz. Peygamber (sav), cennete gitmek isteyenlerin hemen yola koyulmasını, arzuyla çalışmasını istemiş ama Allah'ın bu ticarette ortaya koyduğu malın, yani cennetin çok pahalı olduğunu da hatırlatmıştır. Zira Allah Resûlü’nün ifadesiyle: “Cehennem, (nefse) hoş gelen şeylerle, cennet de (nefse) zor gelen şeylerle perdelenmiştir.” (Buhârî, Rikâk, 28) Mutlaka cennet yolunda caydırıcı, usandırıcı nice engeller ve meşakkatler karşımıza çıkacaktır. Cennet yolcusu, zaman zaman şehvet çukurlarını ve bazı nefsî arzuları aşmak; yanlış sapaklara düşmemek, mücadele ve sabır tünellerinden geçerek zirveye ulaşmak durumunda kalacaktır. Kur’anî ifadeyle “sarp yokuşu aşmak” gerekecektir. O yolda bir de şeytan oturmakta ve pusu kurmuş beklemektedir. Evet, Âdem’in cennetten çıkarılmasına sebep olan şeytan, nefis ve insanlardan oluşan yandaşlarıyla iş birliği de yaparak, oyunun ikinci aşamasını devreye sokacak ve onun tekrar oraya dönmesine engel olacaktır. Çünkü Allah'a, “Yemin olsun ki (kullarını saptırmak için) senin dosdoğru yolunun üzerinde oturacağım.” (A’râf, 7/16) demiştir.
Yunus, bu gerçeği şu dizilerinde ifade ederek Müslümanları ve hatta bütün insanlığı uyarmaktadır:
“Gelin ey kardeşler gelin,
Bu menzil uzağa benzer.
Nazar kıldım şu dünyaya,
Kurulmuş tuzağa benzer.”
Ancak “canların çektiği ve gözlerin hoşlandığı her şeyin olduğu ve ebedî olarak kalınacak” cennet için bütün çileleri çekmeye ve mücadele etmeye değer. Dahası bu yokuşun arkasında cennetle birlikte vuslat da hâsıl olacak, kul Rabbine kavuşacaktır. Bu vuslatın lezzeti, her şeye bedeldir; bu aziz nimetin uğrunda katlanılmayacak hiçbir dünya sıkıntısı olmasa gerektir. Ancak bilinmelidir ki cennete, sınırlı bir ömürde yapılabilecek ameller değil, Allah Teâlâ'nın lütuf ve rahmeti götürecektir. Ne var ki iman ve ameller, bu rahmetin oluşmasına bir vesiledir. Yapılan ibadetler, sadece ebedî saadeti Rab Teâlâ'dan gönülden istediğimizin bir göstergesidir. Sonuçta herkes istediğinin ve yaptıklarının karşılığını görecektir.
O hâlde cennet de, cennete götüren yoldaki başarı da bütünüyle Allah'ın kullarına bir rahmetidir aslında. Nitekim Resûlullah (sav), “Hiç kimseyi kendi ameli (iyi işleri ve ibadeti) cennete koyamaz.” buyurmuş, sahâbe, “Seni de mi ey Allah'ın Resûlü?” diye sorunca da, “Evet, Rabbimin rahmeti bürümedikçe beni de.” cevabını vermiştir. (Müslim, Sıfâtü’l-münâfıkîn, 72) Bir hadiste de Yüce Allah'ın cennete seslenerek, “Sen benim rahmetimsin; ben seninle kullarımdan dilediğime rahmet ederim.” buyurduğu nakledilmiştir. (Buhârî, Tefsîr, (Kâf) 1)
Şu hâlde Müslüman, tıpkı Hz. Peygamber’in (sav) tavsiye ettiği gibi, cennete girmek için hem salih ameller işlemeli hem de bunlarla Yüce Allah'ın rızasını ve rahmetini elde etmeye çalışmalıdır. Unutulmamalıdır ki cennete giden bu zorlu sarp yokuşun zirvesine, ancak son peygamber ve son kılavuz Hz. Muhammed (sav) ile varılır. Ne mutlu Kutlu Rehber’in izinden giden ve cennette vuslata eren müminlere..
.
KAYNAK: HADİSLERLE İSLAM