SÜLELER KÖYÜNDE BAŞLAYAN EĞİTİM YOLCULUĞU
1970’li yıllar, Türkiye’de kırsal bölgelerde eğitimin yaygınlaştırılması açısından kritik bir dönemdi. Bu süreçte öğretmenlerin köylere atanması, yalnızca bir meslek icrası değil; aynı zamanda toplumsal dönüşümün temel taşlarından birini oluşturuyordu.
30 Eylül 1970 tarihinde Dursunbey ilçesine bağlı Süleler köyünde başlayan öğretmenlik deneyimim üzerinden, kırsal eğitim ortamının koşulları, öğrenci – veli ilişkileri ve köy yaşamının dinamikleri benim için önemsediğim bir başlangıç oldu.
Resmî göreve 30 Eylül 1970 yılında Dursunbey İlköğretim Müdürlüğünde başladıktan sonra aynı gün otobüsle Süleler köyüne doğru yola çıktım. Kavacık nahiyesinden köye ulaşmak için yaklaşık iki kilometrelik bir yolu yaya olarak yürümem gerekiyordu. Yol boyunca karşıma çıkan karaçam ormanlarıyla çevrili manzara, köyün doğal güzelliğini ilk andan hissettirdi. İlk gelişimde gece karanlığında fark edemediğim köy, gündüz ışığında adeta bana gülümsüyor gibiydi.
Köye varınca daha önce kiraladığım eve yerleştim. Ev sahiplerim, köyde “Koca Mustafa” olarak bilinen sevimli bir de-de ile onun yaşlı eşi, ilk günden beni sıcak bir şekilde karşıladılar. Bu samimiyet, köyde geçireceğim günlerin huzurlu geçeceğinin ilk işaretiydi.
Ertesi gün okul müdürü Erdal Bey ile tanıştım. Bana birleştirilmiş sınıf olarak 1., 2. ve 3. sınıfları vermeyi uygun görüp görmediğimi sordu. Birleştirilmiş sınıflar üzerine eğitim aldığım için bu görevi memnuniyetle kabul ettim. Öğrencilerle tanıştığımda karşımdaki çocukların zeki, meraklı ve öğrenmeye son derece hevesli olduklarını kısa sürede fark ettim.
Ders saatleri sona erse bile öğrencilerimle çalışmaya devam ederdik. Onların öğrenme isteği, benim öğretme heyecanımla birleşince okul adeta yaşayan bir eğitim yuvasına dönüşüyordu. Veliler de bu durumu destekliyor, çocuklarının geç kalmasından hiçbir zaman şikâyet etmiyorlardı.
Köydeki velilerin büyük çoğunluğu okuma yazma bilmeyen bir kesimden oluşuyordu. Yaz aylarında çevre şehirlerde inşaatlarda usta veya işçi olarak çalışıyor, tuğla ve kiremit ocaklarında istihdam ediliyorlardı. Yazın kazandıkları gelir, kış aylarında ev ihtiyaçlarını karşılamak için kullanılıyor; bağ ve bahçe işleri ise çoğunlukla kadınlar, çocuklar ve köyün diğer sakinleri tarafından yürütülüyordu. Gelir düzeyi tamamen alın terine dayanan bu köyde en dikkat çekici özellik, eğitime duyulan büyük saygı ve sevgi idi. Veliler, çocuklarının mutlaka okumasını istiyor; eğitimin hayatlarını değiştireceğine yürekten inanıyorlardı.
Süleler köyünde başlayan öğretmenlik serüvenim, yalnızca bir mesleki deneyim değil; aynı zamanda insanın topluma dokunma gücünü hissettiren bir yaşam kesitiydi. Öğrencilerin öğrenme arzusu, velilerin eğitime duyduğu saygı ve köy halkının samimiyeti, bu deneyimi unutulmaz kıldı.
Kırsal bölgelerde eğitimin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha görmüş oldum. Bu süreç, öğretmenliğin yalnızca bilgi aktarmak değil; aynı zamanda bir toplumu dönüştürme yolculuğu olduğunu bana derinden hissettirdi.

