Edebiyatta herkesin tanıyıp ettiği aşk da vardır, gizli kapaklı buluşmalar da. Aşk olmasa ne üretim olur ne de güzellik. Hayatı güzelleştiren, aşktır. Aşk sevginin gözesidir, yani onun filizlenip boy verdiği yerdir. Aşkın tutkulusu platonik olanıdır. Platonik aşık aşkının duyulmasından korktuğundan yüreğinin ateşiyle yandıkça yanar, yandıkça kül olup gider.
Edebi eserlerde yazar, odanın içine girmez, dışarıdan görüleni, hayal edileni anlatır geçer.
Okur anlayacağını anlar, yaşanılanı hayalinde canlandırır, hatta öyle bir canlandırır, öyle bir canlandırır; yazarın önüne geçerek, ne sahnelere imza atar bir bilseniz! Evin içinde mutlu mutsuz bir aile yaşar değil mi, yani bir kadınla bir erkek, üremeye karşı değillerse bir de meyveleri. O meyveler, o erkekle, o kadının bir üründür, o meyveler neslin devamıdır. Bir erkekle bir kadının anlaşarak kurduğu aileyi bir müesseseye benzetebiliriz. Bir müessese iyi yönetilirse, başarılı olur, güzelliklere imza atar. Aile de aynen öyledir. Ailenin üyeleri birbirlerini birey olarak görürse ve gündelik yaşamla-rında paylaşımcılık hakimse, harika güzelliklere vesile olurlar, hele onların meyve- leri… Tadından yenmez...
“İşte orada dur, fazla ileriye gitme derler.
- Peki kim der?
- Kim derse desin, belli mi olur, biri der işte, bak işine, yürü git der!
- Başka ne derler mesela?
- Derler ki, olur olmaz her şeye burnunu sokup durma. Yoksa burnun murnun kısar kapıya da çığrım çığrım çığırırsın derler…”
Derler mi, derler!
Yazmak insanın zihnini canlı tuttuğu gibi durmadan da yeni bir şeyler ürettirir, ürettirmekle kalmaz; kayadan kayaya, taştan taşa atlatır. İnsan beyni saniyeler içinde yüzlerce, akla hayale gelmeyecek fikirler üretir, sadece üretse iyi, bir bakmışsın, eskiye dönmüş onları yaşamaya bile başlamış!
Bundan beş ay önceydi galiba, bir can, “sen şiir yazmalısın “kıymetlim,” dedi, senin cümlelerin, bir şiirin imgeleri gibi, çağrışım yüklü!”
İlk gençlik yıllarında yazdığım şiirlere aşkla sarılarak gözden geçirmeye başladım. Bu sırada kimden kimseden uzak, bir köşede, kâh kendi kendimle konuşarak, kâh içimden sesli sesli okuyarak titizlikle çalışıyordum. Kıymetliye yürekten bir selam olsun deyip ilk şiirimi sundum okurun beğenisine. O şiirden küçük bir kesit:
"Sen dedi dost,
Kıymetlisin, candan ötesin,
Bozkırın yedivereni,
Umudun, arzunun şairisin!
Sen kıymetlisin dost!
Sen, sevdayı, Kırkoluklu Çeşme’nin
Kırk oluğuna, uğur ola deyip
Adını fısıldıyorsun!
Sonra Bozdağ’ın kekik kokulu, çam kokulu yamaçlarına,
Boyuna haykırıyorsun!"
...
Sonra bir gün bir başka can, “sen şiir değil de hikâye yazmalısın abim,” demez mi?
Ben şiir mi, öykü mü diye oradan oraya savrulup dururken, bir başka can:
Bir başka dost yüreğimi okşarcasına,
“Onca birikimin var, gündemi takip edip duruyorsun. Önerim, deneme yaz, güncel konularda yaz!”
Kaldım mı meyallahta, ne edeyim, nasıl yapayım, diye sanıp banarken, içimdeki “ben,” dile geldi:
“Özü sözü ve kendi güzel olanla, devam dedi. Sen, yazıp ürettikçe, yazdıklarını paylaştıkça seni sevenler, müspet menfi bir şeyler demesinden daha doğal ne ola ki, sen ürünlerini paylaştıktan sonra, onlar senden çıkmış olmuyor mu, buna sebep her-kesin bir şeyler deme hakkı olmuyor mu? Mesela Nazım Hikmet, Bursa Cezaevi’nde Orhan Kemal’e ne demişti?”
“Orhan, sen şiir değil, roman yazmalısın,” buna sebep Orhan Kemal roman yazmaya başlamış ve edebiyatımızın en büyük romancılarından biri olmuştur?
Buraya nereden geldim, anlatayım. Ben düşünce yazılarını, söz oyunlarını severim, edebi metinlerde yazarken, baş tan kurguladığım konuya çok fazla müdahalede bulunmam, oysa düşünce yazılarımda… Çünkü düşünce yazılarım ben oluyor, onlarla beni anlatıyorum, onlar benim ürünüm oluyor! Ben, beni anlatmayı sevmiyorum. Çünkü okur, her yazılanı ben yaşamışım zannediyor.
YANDIK GİTTİ. Yarattığım kahramanlarla sanki aşk yaşamışım. Ve böyle olabileceğine eline kalem alıp yazanlar olunca canım sıkılıyor.
“Sen şiir yaz,” diyen kıymetliye bir bahar günü selam gönderirken Bozdağ’ın eteklerinden, “sen öykü yazmalısın,” diyen dosta da bu bahar gününde “baş göz üstüne dost,” diyerek selamlıyorum. Sonra “birikimlerini, tecrübelerini denemelerle, günlükler ve söyleşilerle yaz,” diyen ustaya da “baş göz üstüne can, tamamdır,” diyerek devam ediyorum yoluma yordamıma ve uyarına geldiği gibi de yazmaya. Bunlar güzel olanlar, ya bir de,
“Boş ver canım, emekliğini yaşa, sana ne sen ne karışır-sın insanların hayatına, açlığına tokluğuna, ezilmişliğine… gününü gün et, gir oyna, çık oyna; bak işine gücüne,” diyen öteki canlara.
Onların dediklerine ne mi diyorum?
Hiç ehemmiyet vermiyorum…
Baş göz üstüne hayat, baş göz üstüne gelecek, baş göz üstüne insanlık! Ben, karınca kaderince üretmeye devam edeceğim, bu can, bu tende olduğu sürece!