Mekke'nin fethedildiği gün, yıllar önce oradan kovulan, hakaretlere uğrayan ya da sürekli olarak tehditlere maruz kalan ashâbına, öç alma fırsatının ellerine geçtiği bugünde, Hz. Peygamber şöyle seslenir: “Ey İnsanlar! Allah sizden câhiliye gururunu ve atalarla övünme âdetini gidermiştir. İnsanlar iki gruptur: İyi, takva sahibi, Allah katında değerli kişi ve günahkâr, bedbaht Allah katında değersiz kişi. İnsanlar, Âdem'in çocuklarıdır ve Allah, Âdem'i topraktan yaratmıştır. Allah şöyle buyurmaktadır: "Ey insanlar! Doğrusu biz, sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah katında en değerli olanınız, O'na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdar olandır."” (Hucurât, 49/13)
Bütün insanları Âdem'in oğulları, dolayısıyla insan olma noktasında özde bir kabul eden İslâm inancına göre, kişiyi Allah nezdinde daha değerli ve şerefli kılacak olan şey, Allah'a iman etmesidir. Fakat bu konumu hak, hukuk ve adalet açısından ona herhangi bir ayrıcalık tanımadığı gibi, fazladan sorumluluklar yüklemektedir. “...İnsanların en hayırlısı, insanlara en fazla yararı dokunandır.”(Kudâî, Müsnedü’ş-şihâb, I, 365) şeklindeki hadis de bunu ortaya koymaktadır.
Müslümanlar, tıpkı Resûl'ün kendilerine şahit olduğu gibi bütün insanlar için şahit, görüp gözeten, onlar için tasalanan ve gereğini yerine getiren sorumlular olarak tayin edilmişlerdir. Örnek gösterilen Allah Resûlü'nün ilişki tarzı, “Allah'ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık sen onları affet. Onlar için Allah'tan bağışlama dile...”(Âl-i İmrân, 3/159) ifadeleriyle bize takdim edilmektedir. Allah Resûlü'nün bu tavrı bizlere toplum içerisinde insanlarla olan ilişkilerimizi şekillendirecek ilkeler sunmaktadır. Kuşkusuz temel ilke, maruf olan her şeyde dayanışmadır. Allah'ın emrettiği gibi insanlara güzellikleri anlatmak ve bölünüp parçalanmaksızın Allah'ın ipine sımsıkı sarılmak ise ana hedef olarak gösterilmiştir. Tevazu sahibi olmak, böbürlenme ve taşkınlıkları ortadan kaldıracak, müminin gösterdiği tevazu ise kendisini yüceltecek ve bağışlayıcılığı da izzet ve onurunu artıracaktır.
Mudar kabilesinden mağdur oldukları her hâllerinden belli olan birtakım insanlar Hz. Peygamber'in yanına geldiler. Sevgili Peygamberimiz onları gördüğünde çok etkilendi ve Bilâl'e ezan okumasını emretti. Namazı kıldırdıktan sonra bir konuşma yaptı. “Ey insanlar! Sizi tek bir nefisten yaratan Rabbinizden korkun...” (Nisâ, 4/1) âyetiyle özde birliğe dikkat çekerek, “Kişi dinarından, dirheminden, elbisesinden, bir sâ' buğdayından, bir sâ' kuru hurmasından (bir sa' ölçek: bir hacim ölçüsü birimi olup yaklaşık 2.75 litreye tekabül eder)—yarım hurma bile olsa— tasadduk etmelidir.” buyurdu. Derken ensardan bir zât avucuna sığmayacak kadar büyük bir kese getirdi. Sonra orada bulunan sahâbîler birbiri ardınca bir şeyler getirdiler. Neticede yiyecek ve elbiseden müteşekkil iki yığın ortaya çıktı. Müslümanların bu duyarlılığı, Allah Resûlü'nü gözlerinin içini parlatacak kadar sevindirmiş ve o şöyle buyurmuştu: “Her kim İslâm'da güzel bir gelenek başlatırsa, hem yaptığının ecrini hem de kendisinden sonra aynı şeyi yapanların ecrini kazanır. Onu yapanların kendi ecirlerinden de bir şey eksilmez. Her kim de İslâm'da kötü bir gelenek başlatırsa, hem yaptığının günahını hem de kendisinden sonra onu yapanların günahını yüklenir. Onların günahlarından da hiçbir şey eksilmez.”(Müslim, Zekât, 69)
Yarım hurma kadar bile olsa kişinin tasaddukta bulunması, insanın sahip olduğu her bir eklemi karşılığı her gün için bir miktar sadaka ver mesi, hayatın her ânını ve yapılan her şeyi ibadete çevirmektedir. Nitekim Sevgili Peygamberimiz iki kişi arasında adaletle hükmetmeyi, hayvanına binmek ya da eşyasını yüklemek isteyen birine yardımda bulunmayı, sarf edilen güzel sözleri, namaza giderken atılan her bir adımı veya yolda insanları rahatsız eden herhangi bir engeli ortadan kaldırmayı ibadet olarak nitelemiş ve bunların sadaka olduğunu beyan etmiştir. Bu anlayış müminlerin insanlarla ilişkilerini şekillendirmelerinde önemli bir ölçüt olmuştur. Bu tavsiyelerinin yanı sıra, “Aranızın kötü olmasından sakının. Çünkü bu mahvedici (bir hâl)dir.”(Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 56) uyarısında bulunan Hz. Peygamber, insanlar arasındaki ilişkileri güçlendirmeyi amaçlamıştır. Zira o, çevresiyle sağlıklı ilişkiler geliştirmeyi ve dostluk kurmayı iman ile bağdaştırarak, “Mümin cana yakındır. (İnsanlarla) yakınlık kurmayan ve kendisiyle yakınlık kurulamayan kimsede hayır yoktur.”(İbn Hanbel, II, 400) buyurmuştur.
Hediyeleşmeyi de aynı amaçla teşvik eden Sevgili Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: “Kendisine bir ikramda bulunulan kişi, imkânı varsa karşılığını versin. İmkânı yok ise (ikramda bulunanı) hayırla yâd etsin. Çünkü hayırla yâd eden kimse, teşekkür etmiş olur. Bunu yapmayan ise nankörlük etmiş olur...” (Tirmizî, Birr, 87.) Yemek hazırlama zahmetine katlanan hizmetçinin sofraya oturtulmasını yahut ona da aynı yemekten bir miktar verilmesini tavsiye eden Allah Resûlü, insanlarla ilişkilerinde statüsü ne olursa olsun kimseyi kınamayan, ayıplamayan ve başkalarının gizli hâllerini öğrenmeye çalışmayan ama çevresinde olup bitenlere de duyarsız kalmayan bir tavır sergilemiştir. Bir sefer esnasında biniti üzerinde Hz. Peygamber'in huzuruna gelip sağına soluna bakınan sahâbînin ihtiyacını fark eden Allah Resûlü, “Yanında fazla biniti olan onu biniti olmayana versin, yanında fazla azığı olan da onu azığı olmayana versin.”(Müslim, Lukata, 18) sözüyle inananları yardımlaşmaya, dayanışmaya çağırmış ve ihtiyaç sahiplerine karşı duyarlı olduğunu göstermiştir. Bir sefere çıktıklarında ya da kıtlık zamanlarında yiyeceklerini bir yerde toplayıp sonra da eşit olarak taksim eden Eş'ar kabilesini, “Ben onlardanım, onlar da benden.” ifadeleriyle taltif eden Sevgili Peygamberimiz, zor zamanlardaki dayanışmanın önemine işaret etmiştir.
KAYNAK: HADİSLERLE İSLAM
