Vaiz Muharrem DEMİR


SILA-İ RAHİM: AKRABALIK HUKUKU

"...Şu hâlde Müslüman, dinimizin bu kadar önem verdiği rahim ve rahmet bağlarını zayıflatmamalı, aksine güçlendirmelidir. Bağların kopmasıyla, aradaki rahmetten, sevgi ve merhametten mahrum kalınacağı unutulmamalıdır. Resûl-i Ekrem’in ifadesiyle, “Akraba ilişkisini kesen, cennete giremez.” (Müslim, Birr, 19)..."


                “Allah mahlûkâtı yarattıktan sonra, rahim dile gelerek: "Burası, akrabalık ilişkilerini kesmekten sana sığınanların makamıdır." der. Allah, "Evet öyledir. Sen, seninle bağı kuranlarla benim bağ kurmama, seninle ilgiyi kesenlerden de ilgiyi kesmeme razı olmaz mısın?" diye sorar. Rahim, "Evet, razıyım Rabbim." deyince Yüce Allah, "Öyleyse bu sana verilmiştir." buyurur. Bundan sonra Resûlullah, "İsterseniz şu âyetleri okuyun." der: "Demek siz (İslâm’dan) yüz çevirip de yeryüzünde fesat çıkaracak ve akrabalık ilişkilerini koparacaksınız öyle mi! İşte Allah’ın lânetlediği, kulaklarını sağır ve gözlerini kör ettiği kimseler bunlardır. Bunlar Kur’an’ı hiç düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpleri üzerinde kilitler mi var!" ” (Muhammed, 47/22-24)

                Yüce Rabbimizin en güzel isimlerinden olan “Rahmân” ve “Rahîm” ile “rahmet” ve “rahim” aynı kökten gelir. Kelimenin kökeni, acıma, esirgeme, merhamet etme anlamını taşır. Rahmân ile Rahîm arasındaki ilişki, sadece aynı kelimeden türemesiyle izah edilemez. Çok esirgeyen ve çok merhamet eden Rabbimiz, rahmet ve merhametini sadece insanlara değil, hayvanlara da ana rahmi aracılığıyla verir. En vahşi hayvanların dahi yavrularına olan şefkat ve merhameti bunun bir sonucudur. Bu, Rahmân’ın arşından çıkan rahmet ağının, rahim denilen hattan yayılmasıdır. Nitekim Allah Resûlü bir hadisinde, “Rahim, Rahmân’dan uzanmış bir ağdır ve arşa bağlıdır.” buyurmuş (İbn Hibbân, Sahîh, II, 185) ve “Rahim, Rahmân’(dan) bir bağdır.” şeklinde bir tanımlama yapmıştır. (Tirmizî, Birr, 16) Biri, Rahmân ile Rahîm arasında, diğeri ise rahim ile aynı rahimden dağılan akrabalar arasında olmak üzere iki tür ilişki vardır. Her iki ağda da ilişki, rahmet ve merhamet akışı şeklinde gerçekleşir. Arada bağlantı varsa, rahmet ve merhamet akımı devam eder, bağ koparılmışsa rahmet ve merhamet de kopar. Nitekim Hz. Peygamber’in bir kudsî hadiste şöyle buyurduğu nakledilmektedir: “Yüce Allah şöyle buyurur: "Ben Rahmân"ım, o (akrabalık bağlarının adı) da rahimdir. Ona kendi ismimden türeyen bir isim verdim. Onunla ilişkiyi sürdürenle ben de ilişkimi sürdürür, onunla ilişkiyi kesenle ben de ilişkimi keserim." ” (Ebû Dâvûd, Zekât, 45)

                Akrabalar arası ilişkinin önemini bizzat yaşayarak öğrenir Allah Resûlü. Babasını hiç göremeyen bir yetimdir. Annesini de dayılarını ziyarete gittikleri zaman Medine dönüşünde kaybeder. Önce dedesinin, sonra da kendisine çok şey borçlu olduğu amcası Ebû Tâlib’in himayesinde yetişir. Resûl-i Ekrem, son nefesine kadar kendisini destekleyen ama İslâm’ı seçmeyen amcası Ebû Tâlib ile aralarındaki rahim bağının, rahmete dönüşmesi için çok çabalar. Hatta sırf bu yüzden ilâhî itaba (azarlanmaya) bile muhatap olur.

İlk vahiy tecrübesinin ona verdiği ürperti ve heyecanı yatıştırmaya çalışan Hz. Hatice validemizin, “Çünkü sen, akrabalarla ilişkini sürdürürsün.” (Buhârî, Bed’ü’l-vahy, 1) demesi de Rahmet Elçisi’nin bu konuda eskiden beri ne denli hassas olduğunu gösterir.

                İslâm Peygamberi, ilk günlerden itibaren sıla-i rahmin önemini vurgular. Bizans kralı Herakleios, henüz Müslüman olmamış Ebû Süfyân’a, Hz. Peygamber’in neler getirdiğini sorar. Ebû Süfyân, Allah’a şirk koşmadan kulluk etme, namaz kılma, sadaka verme, dürüst ve iffetli olma, akrabalarla irtibatı devam ettirme şeklinde cevap verir.

                Hicret ettiği Medine’ye varır varmaz verdiği ilk mesajlar arasında yine sıla-i rahim vardır. İslâm’la şereflenen Yahudi bilginlerinden Abdullah b. Selâm şöyle anlatır: “Peygamber (sav) Medine’ye geldiği zaman halk onu karşılamaya çıktı. "Resûlullah geldi!" çığlıklarını duyunca, bir bakayım diye halkın içinde ben de gittim. Onun yüzünü açıkça görünce, bir yalancı yüzü olmadığını anladım. Ondan işittiğim ilk buyruğu şu oldu: "Ey insanlar! Selâmı yayın, yemek yedirin, sıla-i rahmi yerine getirin (akrabalarınızla bağlarınızı koparmayın), insanlar uyurken namaz kılın ve cennete selâmetle girin." ” (Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme 42)

                Akrabalar ile ilişkilerin sürdürülmesinde din farkı dahi dikkate alınmaz. Şirk ve küfür gibi konularda anne babaya itaat edilmesi yasaklansa da onlarla dünyada beraberlik ya da beşerî ilişkilerin sürdürülmesi istenir. Nitekim Müslüman olmamasına rağmen, Peygamberimizin, vefat edinceye kadar amcası Ebû Tâlib ile sıcak ilişkiyi sürdürdüğünü bilmekteyiz.

                Hz. Ebû Bekir’in kızı Esmâ anlatıyor… Peygamberimiz hicrete hazırlanırken, belindeki kuşağı ikiye bölerek erzak bohçasını bağladığı için kendisine, “zâtü’n-nitâkayn” yani “iki kuşaklı” denilen Esmâ’nın kız kardeşi Âişe ile anneleri ayrıdır. Hz. Âişe’nin annesi Ümmü Rûmân ilk Müslümanlar arasında yer alırken, Esmâ’nın annesi Kuteybe bnt. Abdüluzz’ya hidayet nasip olmamıştır. İşte o Esmâ anlatıyor:

                “Kureyş’in Hudeybiye Antlaşması zamanında annem, İslâm’dan yüz çeviren müşrik biri olduğu hâlde kendisine yardım etmemi arzulayarak bana geldi. Bunu haber verdikten sonra Resûlullah’a (sav), "Yâ Resûlallah! Onunla ilgileneyim mi?" dedim. O da "Evet, annenle ilgilen." buyurdu.” (Buhârî, Edeb, 8)

                Hadislerde dile getirilen önemli bir akraba ilişkisi de amcayla olan bağdır. Baba yüzü görememiş Sevgili Efendimizin, kendisinden sadece iki yaş büyük olmasına rağmen, amcası Abbâs’a olan düşkünlüğü mâlûmdur. O, bir vesileyle ondan söz ederken, “Aynı hurma kökünden çıkıp da ayrılan dal.” benzetmesini kullanır.

                Bir gün Hz. Abbâs, Peygamber Efendimizin yanına öfkeli bir şekilde girer. Ona öfkesinin sebebini sorunca, “Bu Kureyş ile bizim aramızda ne var? Birbirleriyle karşılaştıklarında güler yüzlüler, bizimle karşılaştıklarında ise farklılar!” der. Bunun üzerine Peygamberimizin mübarek yüzü kızaracak kadar öfkelenir ve şöyle der: “Bu canı bu tende tutan Allah’a yemin ederim ki Allah ve Resûlü için sizleri sevmedikçe bir kimsenin kalbine iman girmez.” Sonra şöyle devam eder: “Ey insanlar! Amcamı rahatsız eden, beni rahatsız etmiş olur. Çünkü bir kişinin amcası, baba yarısıdır.” ( Tirmizî, Menâkıb, 28)

                Akrabalar arası ilişkiler, sevgi, saygı ve ziyaretleşme gibi hususların yanı sıra sosyal hayatın her alanında karşılıklı yardımlaşmayı da gerektirir. Bu dayanışmanın, diyet, miras gibi hukuku gerektiren tarafları olduğu gibi, ahlâkî boyutu da vardır. İyilik yapma konusunda öncelikli kimseler, ilk önce anne, sonra baba, kız kardeşler ve kardeşler şeklinde sıralanır. Genel olarak yardım elini uzatmada, özel olarak zekât ve sadakada en yakınlardan başlanır. Bu durum, Peygamber Efendimizin “el-akrab, fe’l-akrab” şeklinde ifade ettiği üzere, en yakından uzağa doğru devam eder. Herhangi bir yoksula verilen, bir sadaka sayılırken; yoksul akrabaya verilen, biri sadaka, diğeri sıla-i rahim olmak üzere iki sadaka sayılır.

                İlgi ve ilişkiyi sürdürmeyi fazlasıyla hak eden yakın akrabalardan biri de teyzedir. Kültürümüzdeki “Teyze ana yarısıdır.” ifadesi, bu konudaki hadislerin aynasıdır. İbn Ömer’in rivayet ettiğine göre, bir adam Hz. Peygamber’e gelerek sorar: “Ey Allah’ın Resûlü! Ben büyük bir günah işledim, bana tevbe imkânı var mı?” Hz. Peygamber, “Annen var mı?” diye sorar. Adam, “Hayır.” deyince, “Teyzen var mı?” diye sorar. Adam, “Evet.” diye cevap verir. Bunun üzerine Hz. Peygamber, “Öyleyse git ona iyilik yap!” buyurur ve ekler, “Teyze, anne konumundadır.” (Tirmizî, Birr, 6) Bu hadisin sebeb-i vürûdu yani söyleniş sebebi ile ilgili şu olay anlatılır:

                Peygamber Efendimiz Mekke’de kaza umresi için bulunur ve şehirden çıkarken Hz. Hamza’nın kızı peşine takılarak onunla birlikte gelmek isteyince kabul eder. Medine’ye geldiklerinde oradaki akrabaları küçük kızı paylaşamazlar. Hz. Ca’fer, onu almaya kendisinin daha lâyık olduğunu, zira onun hem amcasının kızı olduğunu hem de teyzesi ile evli bulunduğunu söyler. Kendisinin buna daha lâyık olduğunu söyleyen Hz. Ali ise eşinin Resûlullah’ın kızı olduğunu ifade eder. Zeyd b. Hârise de onu kendisinin getirdiğini ve kardeşinin kızı olan bu çocuğun bakımını üstlenmenin ona düştüğünü belirterek hak iddia eder. Sonunda durumu arz ettiklerinde Hz. Peygamber, “Ben, teyzesiyle beraber olabilmesi için kızı Ca’fer’e vereceğim. Zira teyze anne gibidir.” buyurur. (Ebû Dâvûd, Talâk 34-35)

                “Teyze, anne konumundadır.” hadisi, miras hukuku çerçevesinde değil, ilgi, sevgi ve merhamet açısından yakınlığın bir ifadesi olarak anlaşılmalıdır.

                Resûlullah (sav), bir gün bir konuyu görüşmek üzere ensarı bir çadırın altında toplar. İçlerinde yabancı kimse bulunup bulunmadığını sorar. Ensar, “Yalnız bir kız kardeşimizin oğlu var.” cevabını verir. Bunun üzerine Resûlullah (sav), “Bir kavmin kız kardeşinin oğlu, kendilerindendir.” buyurur ve görüşmeye devam eder.

Âyet-i kerimelerdeki vurguya paralel bir şekilde Allah Resûlü de konunun önemini sık sık dile getirmiştir. Akraba bağlarını sürdürmeye teşvik eden, aradaki bağları koparmaktan sakındıran birçok hadis mevcuttur. Söz gelimi Sevgili Peygamberimiz bu hadislerinde, “Kim rızkının bollaştırılmasını yahut ecelinin geciktirilmesini arzu ederse, akraba ilişkilerini sürdürsün!” buyurur. (Müslim, Birr, 20) Bu nedenle soy ve sopun öğrenilmesini tavsiye eder. Zira, “Akrabalar arası bağların koparılmaması, aile içinde sevgi, malda bolluk ve ömrün uzamasına (bereketlenmesine) sebeptir.” (Tirmizî, Birr, 49) Ömrünün uzamasını (bereketlenmesini), rızkının genişletilmesini ve kötü bir şekilde ölmekten kurtulmayı isteyene akrabalarla ilişkilerini sürdürmesi tavsiye edilir.

                Resûl-i Ekrem’in öğretisine göre, “Sıla-i rahim yapan, akrabasından gördüğü iyiliğe iyilikle karşılık veren kimse değil, akrabası kendisine iyiliği kestiğinde dahi onlara iyilik yapandır.” (Buhârî, Edeb, 15) Nitekim bir adam Efendimize gelerek, “Yâ Resûlallah! Benim yakınlarım var! Ben onlarla irtibatımı sürdürüyorum, onlar benimle alâkayı kesiyorlar! Ben onlara iyilik ediyorum, onlar bana kötülük ediyorlar! Ben onlara yumuşak davranıyorum, onlar bana kaba davranıyorlar!” der. Bunun üzerine o, “Eğer dediğin gibi isen, neredeyse onlar senin iyi davranışların karşısında eziliyorlar! Sen böyle devam ettikçe Allah onlara karşı daima sana bir yardımcı verecektir!” buyurur.( Müslim, Birr, 22)

                Konuyla ilgili çeşitli rivayetlerde Hz. Peygamber, akrabalık ilişkisini kesenle ilişki kurmayı, vermeyene vermeyi ve sataşanı affetmeyi, faziletlerin en üstünü olarak anmıştır. 39

                Şu hâlde Müslüman, dinimizin bu kadar önem verdiği rahim ve rahmet bağlarını zayıflatmamalı, aksine güçlendirmelidir. Bağların kopmasıyla, aradaki rahmetten, sevgi ve merhametten mahrum kalınacağı unutulmamalıdır. Resûl-i Ekrem’in ifadesiyle, “Akraba ilişkisini kesen, cennete giremez.” (Müslim, Birr, 19)

                Bu rahmet bağının kurulması, sadece akrabalar arasındaki rahmet akışını değil, aynı zamanda Rahmân ve Rahîm olan Rabbimizin rahmetinin üzerimize bolca inmesini de sağlayacaktır. Peygamberimizin bildirdiğine göre rahim, arşa asılıdır ve (hâl diliyle) şöyle der: “Benimle irtibatı sürdürenle, Allah da irtibatını sürdürsün! Benimle bağını kesenden Allah da bağını kessin!” (Müslim, Birr, 17)

                Son olarak Sevgili Peygamberimizin, akrabalar arası ilişkilerin koparılmasını kıyamet öncesi alâmetlerden biri olarak saydığını hatırlatalım ve sözün özünü yine Efendimize bırakalım: “Sevabı dünyada iken verilecek iyilik, (başkalarına) iyilik etmek ve akraba ile ilgilenmektir. Cezası dünyada iken verilecek kötülük de haddi aşarak azgınlık yapmak ve akraba ile iyi ilişkiyi kesmektir.” (İbn Mâce, Zühd, 23)

                                                                                                                           Kaynak: Hadislerle İslam

YAZARLAR