Vaiz Muharrem DEMİR


SELAMLAŞMA: Aranızda Selamı Yayınız - 1


               Evs ve Hazrec kabileleri arasında uzun yıllar süren savaşların son halkası Buâs Harbi olmuştu. Her iki tarafın da büyük kayıplar verdiği bu savaş, hicretten beş yıl kadar önce sona ermişti. Ama bu kardeş Arap kabilelerinin arasındaki husumet hâlâ devam ediyordu. Onları birbirine düşüren Yahudiler ise fırsattan istifade, şehirde hâkimiyet kurmaya çalışıyorlardı. Düşmanlık, kin ve nefretin kol gezdiği, taşına toprağına güvensizliğin sindiği Yesrib şehri, kötülükle dolmuştu. İşte bu karmaşada, bazılarının gönlünde gelecek için bir ümit yeşermeye başlamıştı. Bunlar, Akabe'de Resûl-i Ekrem'e bağlılık yemini ederek onu himaye edeceklerine dair söz veren Müslümanlardı. Bu samimi müminler, Allah Resûlü'nün gelişini dört gözle bekliyorlardı. Onlarla birlikte durumdan haberdar olan halk da merakla beklemeye başlamıştı. Allah Resûlü'nü görmek için kimileri evlerin damlarına çıkarken kimileri de yollara dökülmüş bekliyor, her biri bu kutlu misafiri ağırlamak için can atıyordu. Herkesin merak dolu bakışları arasında şehre giren Allah Resûlü'nün, kendisini bekleyen bu heyecanlı kalabalığa ilk sözlerinden biri şöyleydi: “Ey insanlar! Selâmı aranızda yaygınlaştırın, yemek yedirin, insanlar uykuda iken namaz kılın ki selâmetle cennete giresiniz.” (Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 42) Başlangıçta inanan inanmayan herkes için güzel bir tavsiye niteliğindeki bu sözlerin, aslında medenî bir toplumun temeli, barış ve güvenin anahtarı olduğunu, insanlar yaşayarak anlayacaklardı.

 

               Allah Teâlâ, yaratmış olduğu ilk insan Hz. Âdem'e, meleklere gidip selâm vermesini emretmiş ve şöyle demiştir: “Sana ne cevap vereceklerini dinle, çünkü bu senin ve neslinin selâmı olacaktır.” Bu emir doğrultusunda “es-Selâmü aleyküm”, yani, “Esenlik üzerinize olsun.” diye selâm veren Hz. Âdem'e melekler, “es-Selâmü aleyke ve rahmetullâh” (Esenlik ve Allah'ın rahmeti senin üzerine olsun.) sözleriyle karşılık vermişlerdir. (Buhârî, İsti’zân, 1) Böylelikle insana öğretilen selâmlaşma, iletişimin vazgeçilmez bir unsuru olarak nesiller boyu süregelen bir âdet olmuştur. Toplumdan topluma, kültürden kültüre birtakım farklılıklar gösterse de selâmlaşmada asıl olan, karşıdakine iyi temennilerde bulunmaktır.

 

               İslâm öncesi Arap toplumunda selâmlaşmada, “Allah sana uzun ömürler versin.”, “Allah size göz aydınlığı versin.” ve “Sabahınız güzel, hoş olsun.” gibi selâmlaşma ifadeleri kullanılmaktaydı. Halk arasında selâmlaşma yaygın olmakla birlikte, köleler ve onlarla birlikte toplumun alt tabakasını oluşturan insanlar, diğerlerine birtakım kurallar doğrultusunda selâm vermeye mecbur tutulmuşlardı.

 

               Allah Teâlâ, Kitabı'nda Resûlü'ne şöyle emretmiştir: “Âyetlerimize iman edenler sana geldikleri zaman, de ki: "Selâm olsun size! Rabbiniz kendi üzerine rahmeti (merhameti) yazdı. Şöyle ki: Sizden kim cahillikle bir kabahat işler de sonra peşinden tevbe eder, kendini düzeltirse (bilmiş olun ki) o, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (En’âm, 6/54) Yüce Allah'ın, Elçisi'ne öğrettiği bu selâm, kadın erkek, genç yaşlı, zengin fakir, hür köle bütün Müslümanların ortak selâmı olmuştur. “es-Selâm” kelimesi, tıpkı “İslâm” gibi, “kurtuluşa erme, teslim olma, barış yapma” mânâsındaki s-l-m kökünden gelmekte olup, “gizli ve açık her türlü kötülüklerden ve eksikliklerden uzak olma, selâmet bulma” anlamını ifade etmektedir. Kur'ân-ı Kerîm'de pek çok yerde geçen bu kelime, “tahiyye” yani selâmlaşma, selâmet, huzur ve esenlik mânâlarında kullanılmış, bazen de dua anlamında yer almıştır. Ayrıca cennet için “dâru's-selâm” adı kullanılmış ve “es-Selâm” , “her türlü eksikliklerden, kusurlardan, değişikliklerden ve yok olmaktan uzak olan, selâmetin kaynağı” mânâsında Allah'ın isimlerinden biri olarak anılmıştır. Nitekim “Selâm”ın Allah'ın isimlerinden biri olduğunu söyleyen Allah Resûlü, namazlarının sonunda, “Allah'ım, Selâm sensin; selâmet de ancak sendendir.” di-yerek dua etmiştir. (Müslim, Mesâcid, 135) Selâmlaşmayı ifade etmek üzere bazı âyetlerde “tahiyye” kelimesinin kullanıldığı da görülmektedir.

 

               İslâm'ın “selâm”ı kuru bir iletişimin ötesinde, insanlar arasında yaygın çeşitli selâmlama sözlerinde ifade edilen bütün iyi dilekleri içine alan, oldukça kapsamlı bir kavramdır. Bu nedenle Allah Resûlü, kimi zaman, kızı Hz. Fâtıma'ya ve amcasının kızı Ümmü Hânî'ye, “Merhaba!” diyerek selâm vermişse de “es-Selâmü aleyküm” sözünü söylemenin daha hayırlı olduğunu ifade etmiştir. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de Allah'ın peygamberlere ve mümin kullarına, meleklerin de peygamberlere ve cennetteki müminlere “selâm” lafzıyla selâm verdiği ve bunun cennet ehlinin selâmlaşması olduğu bildirilmiştir. Ayrıca Allah ve meleklerinin Resûlullah'a selâm ettikleri ifade edilerek müminlerin de bu Sevgili Elçi'ye selâm etmeleri, en güzel makamlarda olması için ona hayır duada bulunmaları istenmiştir. Nitekim bir rivayete göre Allah Resûlü, Mi'rac ile Rabbine kavuştuğunda O'nu, “etTahiyyâtü lillâhi ve's-salavâtü ve't-tayyibât.” (Her türlü selâmlama, ibadet ve güzel övgü Yüce Allah'a aittir.) diyerek selâmlayınca Cenâb-ı Hak da kendisine, “es-Selâmü aleyke eyyühe'n-Nebiyyü ve rahmetullâhi ve berekâtüh.” (Ey Peygamber Allah'ın selâmı, rahmeti ve bereketi senin üzerine olsun.) sözleriyle karşılık vermişti. Bu güzel ve anlamlı duaya ümmetini de dâhil eden Rahmet Peygamberi'nin, “es-Selâmü aleynâ ve alâ ibâdillâhi's-sâlihîn.” (Selâm, hem bizim üzerimize hem de Allah'ın salih kullarına da olsun.) diye eklemişti. Meleklerin şehâdetiyle tamamlanan bu diyalog “Tahiyyât Duası” diye meşhur olmuş, Resûlullah'ın, ashâbına Kur'an'dan bir sûre öğretir gibi titizlikle öğrettiği bu dua, asırlardır ümmetin Rabbine selâmı, Peygamberi'ne ve din kardeşlerine duası olmuştur.

 

               Müslümanlar bir araya geldiklerinde söze ilk önce selâmla başlarlar. Bu âdâb, İslâm kültüründe, “es-Selâm, kable'l-kelâm.” (Selâm, kelâmdan öncedir.) şeklinde ifade edilmiştir. Karşılaştığı kimseye “es-Selâmü aleyke” diyen kişi, ona kendisiyle dost olduğunu bildirmekte, kendisinden ona bir zarar gelmeyeceğini beyan etmektedir. Dolayısıyla Resûlullah'ın, “elinden ve dilinden başkalarının güvende olduğu kimse” olarak tanımladığı “Müslüman”ın konuşmaya “selâm” vererek başlaması oldukça manidardır. 

 

               Selâm, Müslümanların parolasıdır. Allah'ın selâmıyla selâm veren kişi Müslümanlığını beyan etmiş demektir. Nitekim Süleymoğulları'ndan yanında koyunu olan bir kişi Resûlullah'ın ashâbından bir gruba rastlamıştı. Onlara selâm vermiş ancak onlar düşman olduğunu düşündükleri bu adamın verdiği selâmı, kurtulmak için söylediğini zannederek onu öldürmüşlerdi. Bunun üzerine Allah Teâlâ Kur'ân-ı Kerîm'de selâm veren kimselere, “Sen mümin değilsin.” denilmemesi gerektiğini bildirmiş; Allah Resûlü de, kimsenin kalbinden geçenin bilinemeyeceğini, dolayısıyla kendisinin Müslüman olduğunu ifade eden bir kimsenin böyle kabul edilmesi gerektiğini bildirmiştir.

 

               Selâm veren kişi, karşısındaki için Allah'ın selâmetini istemekte, her türlü kötülükten uzak olması için ona dua etmektedir. Bu duanın karşılıklı olmasını isteyen Allah Teâlâ, “Bir mümin tarafından bir selâmla selâmlandığınız zaman siz ondan daha güzel bir karşılık verin veya aynı ile mukabele edin.” (Nisâ, 4/86) buyurarak verilen selâma en güzel şekilde karşılık vermeyi emretmiştir. Hz. Peygamber de selâma güzel lafızlar eklemenin ecri artırdığına dikkat çekmiş, “es-Selâmü aleyküm” sözüne, “ve rahmetullâh ve berekâtüh ve mağfiretüh.” (Allah'ın rahmeti, bereketi ve bağışlaması) gibi sözcükler eklemek suretiyle kendisine selâm veren kişilerden her birinin  söylediği fazladan sözler için ayrıca sevap kazanacağını bildirmiştir. 

                              KAYNAK : HADİSLERLE İSLAM

YAZARLAR