Ahmet İNCE


ÖLÜM VE DİRİLİŞ!


“Kabir azabı var mı yok mu?” konulu yazıya, müthiş tepkiler aldım. Kitap ve hikmetten yoksun Müslümanların, cehaletin koridorlarında nasıl dolaştırıldığına bir kez daha şahit oldum. Aldığım tepkilerin içinde, bir tane olumsuz görüş yoktu. Ancak olumlu tepkilerdeki acı ve ıstırap, beni derinden etkiledi.

                Bu hafta, konunun devamı niteliğinde anlatmam gerekenler var. Kur’an’daki ölüm ve diriliş konulu ayetler, bize aynı zamanda kabir hayatının olup olmadığını da gösteriyor. Bütün mesele; Enbiya suresi 10. ayette anlatıldığı biçimde, bilgiyi Kur’an’da aramaktan geçiyor.

                Kabir hayatının varlığını araştırdığım yazıda; ana bir kompozisyon çizdim. Şimdi onu açık ve seçik biçimde gösteren başka ayetler var. Anlatmak istiyorum.

                İlginç bir olayın nakledildiği, şu ayete dikkat kesilelim:

                “ Şu kişiyi de düşündün mü? Tavanları çökmüş ve duvarları, tavanlarının üstüne yıkılmış bir kente uğramıştı da ‘Allah bu kenti ölümünden sonra nasıl diriltecek’ demişti.

                Allah onu yüz yıl süreyle öldürdü, sonra diriltti. ‘Ne kadar kaldın?’ dedi.

                ‘Bir gün kaldım, belki bir günden de az’ dedi. Allah dedi ki: ‘Yok, tam yüz yıl kaldın! Yiyeceğine ve içeceğine bak, hiç bozulmamış! Bir de eşeğine bak! Bu, seni insanlara bir belge yapmak içindir. Şimdi de (eşekten kalma) kemiklere bak, onları nasıl birleştireceğimizi, sonra nasıl ete büründüreceğimizi gör!’

                Bunları açık açık görünce dedi ki; ‘Şimdi biliyorum, Allah her şeye bir ölçü koyar.” (Bakara, 259)

                Ayette bahsedilen kişi kim? Yıkılan şehir neresi? Anlatılan olayın zamanı ne?

                Muhammed Hamdi Yazır, tefsirinde bu ayete çok geniş yer ayırmış. Şöyle diyor:

                “Karyenin (şehrin) de İsrailoğulları devletinin yerleşip kurulduğu yer olan Kudüs şehri olmasıdır ki Bühtünnassar’ın savaşı ile işgal edilmiş ve tamamen yıkılmış ve bütün İsrailoğulları üç bölüme ayrılıp; bir kısmı baştanbaşa öldürülmüş, bir kısmı Şam’a yerleştirilmiş, bir kısmı da esir alınıp götürülmüştü.

                Üzeyir bu esirler arasında olup, daha sonra kurtulmuş ve bir gün eşeği ile Kudüs’e uğrayıp, Kudüs’ü bu halde görmüştü. İbn-i Abbas’tan ayetin iniş sebebinin bu olduğu tafsilatıyla rivayet olunmuştur.” ( Bkz, Hak Dini Kur’an Dili, sf: 180)

                Bühtünasr, diğer adıyla Nabukadnezar Babil kralıdır. Kudüs’ü yakıp yıkmıştır. Yıkılan yerler arasında Süleyman Mescidi (Beyt-i Makdis) bulunmaktadır. Babil’e götürülen esirler arasında Üzeyr’de vardır.

                Üzeyr’in Kudüse nasıl döndüğüne ait soruya, Prof. Dr. Abdülaziz Bayındır, “Bakara Meali” adlı eserinde şöyle bir dip not açıklaması getirmiş:

                “MÖ 539’da Babil’i fetheden Pers kralı Koreş, Nehemya ve diğerlerini Mescidi inşa etmeleri için geri gönderdi. Üzeyr Kudüs’ü görünce; ‘Allah ölümünden sonra bu kenti nasıl canlandıracak’ dedi.” (Bkz, Bakara Meali, sf: 135)

                İsrailoğullarının yaşadıkları, aslında hak edilmiş bir ceza idi. Bakara 259’u açıklayan şu ayete kulak vermek lazım:

                “İlkinde üzerinize güçlü kullarımızı gönderdik. Evlerin aralarına girip araştırdılar. Bu yapılması gereken ilahi bir kanundu.” (İsra, 5)

                Üzeyr’in peygamber olduğu söylenmesine rağmen, bunu kanıtlayacak bir delil yoktur. Harun soyundan olduğu, Tevrat’ı ezbere bildiği, bu yönüyle “ezra” diye çağrıldığı, nüshalarının yakılmasından sonra, Tevrat’ı yeniden ihya ettiği söylenmektedir.

                Ayette nakledilen olayı toparlarsak;

                Babil kralı Nabukadnezar, Kudüs’ü yakıp yıkmış, kimisini öldürmüş, kimisini Şam’a yerleştirmiş, bazılarını da esir alıp götürmüştür. MÖ 539’da Pers kralı Koreş, Babil’i feth ettikten sonra Nehemya ve bazı esirleri, Kudüs’ü inşa için geri göndermiştir.

                Süleyman Mescidini ve Kudüs’ü harap ve yıkık gören Üzeyr; “Allah bu kenti, ölümünden sonra nasıl diriltecek?” demiştir.

                Bir ibret ve bir mucize olarak Allah onu öldürmüş, yüz yıl sonra tekrar diriltmiştir. Ne kadar kaldın yani ne kadar süreyle öldün sorusuna, ‘bir gün kaldım, bir günden de az’ cevabını vermiştir.

                Yüz yıllık bir ölüm hayatı, Üzeyr’e bir gün gibi geliyor. Ama kabir sorgusundan ve azabından bahsetmiyor.

                Ölüm ve diriliş konusundaki bir başka çarpıcı olay, Ehl-i Kehf’in yaşadıklarıdır. Değişik rivayetlerde üç yüz yıl mağarada kaldıkları söylenmektedir. Onları anlatan ayet şu şekildedir:

                “İşte böylece… Onları dirilttik ki kendi aralarında birbirlerine sorsunlar diye. İçlerinden sözcü birisi; ‘ ne kadar kaldınız?’ dedi. ‘Bir gün veya bir günün parçası kadar kaldık’ dediler.

                Dediler ki; ‘Ne kadar kaldığımızı Rabbimiz daha iyi bilir’……” (Kehf, 19)

 

                Öldüren Allah, diriltiyor da. Mağara arkadaşları ne kadar kaldıklarını bilmiyorlar. Ölümle uyku yeknesaklığını burada da görü-yoruz. Öldün, yani uyudun, ne kadar? Uyanınca yani dirilince söyle diyorsun, ‘bir gün kadar, bir günden daha az..’

                Var mı kabrin ilk gecesinden bahseden. Var mı şunları yaşadım diye anlatan…

                Mekkeli müşriklerin Muhammed Aleyhisselama en büyük itirazı, öldükten sonra yeniden diriltilme konusunda oldu. Onların bu itirazını, Kur’an şöyle dile getiriyor:

                “Biz kemik yığını ve kokuşmuş bir toprak olduktan sonra mı? Gerçekten biz mi yepyeni bir yaratılışla diriltileceğiz?” (İsra, 49)

                Allah ölümün ve diriltilişin hakikatini de açık açık bize bildiriyor:

                “Sizi çağıracağı gün, her şeyi yerli yerine yapan O’nun çağrısına derhal cevap verirsiniz..

                Ve ancak az bir zaman kaldığınızı sanırsınız.” (İsra, 42)

                Ayette bahsedilen az bir zaman kavramı, ölümle diriltiliş arasında geçen vakittir. Ne kadar az bir vakit bu. Diğer ayetleri dikkate alırsak, belki bir gün, belki bir günün az bir parçası..

                Netice itibarıyla;

                Allah Kur’an’ında sadece iki durumdan yani hayattan bahsetmektedir. Hiçbir yerde üçüncü bir durum yani hayat anlatımı yoktur.

                Bir tek hesap günü ve saati vardır. Ne zaman? Dirilişten itibaren, insanların dalga dalga Rabbine koştuğu gün.

                Ölüm pek çok ayette anlatıldığı gibi, bir uyku halidir. Ne kadardır bu süre? Bir göz kapayıp açma kadar. Göz kapandığında insan uyur. Açıldığında uyanır. Ölüm gözün kapanmasıdır. Açılması, diriltilince olacaktır.

                Ölüm, toprağa atılan bir tohum gibidir. Bizi topraktan yaratmış, ölümle toprağa tohum gibi bırakmıştır. Diriliş de topraktan olacaktır.

                Diriliş, kurak ve çorak bir topraktan filizlenme gibi olacaktır. Çünkü Allah, dirilişi buna benzetmiştir. Dolayısıyla öldükten dirilişe kadar geçen sürede, insan bir tohum gibi bereketli yağmurların yağmasını, başka deyişle dirilişi bekleyecektir.

                Bunun böyle olacağını Allah kitabında yaşanmış örneklerle bize öğretmiştir. Gerek Bakara 259’daki anlatılanlar ve gerekse Kehf 19’da anlatılanlar, ölüm ve diriliş gerçeğini öğrenmemiz içindir.

                Dolayısıyla bir kabir hayatından bahsetmek mümkün değildir.

YAZARLAR