Mustafa KAYA


MAHALLE VE MAHALLE BASKISI


Mahalle ...  Bizim açımızdan çok çok önemli mesela. Bizim çocukluğumuz, gençliğimiz açısından önemli. Sokakların bile bir mahalle kadar çocuğu barındırdığı zamanların mahallesinden bahsediyorum. Cıvıl cıvıl çocuk seslerinin oluşturduğu ses armonisini özlemek açısından önemli. Benim gibi hayatının 50 yılından 40 yılını Demirci'de geçirmiş bir insanın, mahallenin ne kadar önemli olduğunu, aynı yaş grubundaki akranlarım gibi, hele şu zamanda olumsuz manada hissettirdiğini iddia etmem gayet normal olsa gerektir.

HALIKENT Bölge gazetesinde yazıyoruz, netice itibariyle. Yani bir yere özgü, dar, sınırlı anlamındaki mahalle anlamında yerel. İlçemiz, sesini duyurmada çok genel olsa da, yaşanılan mekân açısından oldukça yerel. O halde Demirci, büyükşehirlere göre Mahalle hatta birkaç Sokak kadar ancaktır. Ancak - fakat anlamındaki ancak - geçmiş zamanlarda mahalle dendiğinde neredeyse 100 çocuğu bulacak bir nüfus anlaşılırdı, Demircimiz açısından. Şimdi Demirci’nin hepsi mahalle olsa, bizim zamanımızın so-kakları kadar çocuk ancak barındırıyor.

Nereden mi geldim bu konuya?

Geçen gün İzmir'de, İzmir’in büyük bir ilçesinde görev yapan, bize göre büyük makamdaki bir arkadaşım ile sohbet ederken,  mahalleden konuştuk biraz. Aynı mahallenin çocuğu idik neticede. Mahalledeki çocukluk arkadaşlarımızdan bahsederken neredeyse yarım saat geçmiş. Belki yaş itibariyle belli bir olgunluğa erişince, çocukluk özlemimiz artıyordur, eyvallah. Ama çocukluk özleminin, hatıralarımızın hepsini deşivermesi ve o günleri tekrar yaşamamız heyecan yarattı, ikimizde de.

Çocukluğumuzun mahallesindeki davranışlarımızı da konuştuk elbet. Sokakta nedekli ekmek (üzeri-ne ev salçası sürülmüş ekmek dilimi) yemekten, çürük ayvanın çikolataya benzetilerek yenmesine kadar konuştuk, gülerek. Bir yaramazlık yaptığımızda sadece anamızın babamızın değil, tanıyan tanımayan, yaşı büyük herkesin, bizi terbiye ettiği zamanları da konuştuk. Bize kızıldığında ya da bir fiske vurulduğunda "Sen benim babam değilsin! Sen benim akrabam değilsin! Sen benim neyimsin? " diye karşı gelinmediği günleri de konuştuk tabii. Mahallede bir çocuğun terbiyesizliğinin, mahallenin hepsini ilgilendirdiğini düşünen insanlarımızın olduğu zamanları konuştuk. Demircili olanların yaşı olgunluk seviyesindeki olanları iyi hatırlar ki; mahallede bir kavga olduğunda gören herkesin kavgayı ayırmak için müdahale ettiği günleri konuştuk, günümüze bakıp hayıflanarak. Barıştırmak için herkesin elini kolunu sıvadığı günleri, nasıl hatırla-mayız ki?

Sosyoloğun birisi "mahalle baskısı" tabiri kullandı, sonra mahalle de gitti, mahallenin birliği-beraberliği - kardeşliği de gitti. Kötüyü önlemede - iyiliği teşvik etmede birbirimizle yarıştığımız o günlerden; hiçbir şeye karışılmayan, kendisine bulaşılmadıktan sonra her şeyin kenarda izlenildiği, neme lazımcılığın zirveye çıktığı günlere geldik. Kavga olduğunda şahit bile yazmasınlar diye kendini eve kilitleyen garip insanlar olduk. Mahalledeki garip gura-bayı koruyan- kollayan analarımızın, babalarımızın yerini- "devlet ver-sin, vermezse çalışsın canım!" diyen analar babalar aldı şimdilerde. Sokakta çocuk yere düşse,  çocuğu kaldırmanın yerine, "Allah kurtarsın!" anlayışındaki, ot insanlar ağırlığı oluşturuyor, günümüzde toplumun.

"Mahalle baskısı" tabirindeki mahallenin, anlayış ve yaşayış olarak, aynı veya benzer düşüncelere sahip insanların oluşturduğu bir büyük topluluk anlamında olduğunu sizin kadar ben de biliyorum elbette. Ama sosyolog "Mahalle baskısı" tabirini benim biraz önce anlattığım, çocukluğumuzun davranışlarından örnekleyerek aktardığım mahalleden yola çıkarak kullanmış sanki. Buradaki baskıdan kasıt; benim o zamanında, biraz önce bahsettiğim zaman dilimindeki otokontrol mekanizmasındaki baskıydı, benim anladığım.

Eğer öyleyse, keşke devam etseydi o mahalle baskısı. Hatta toplumun değer yargıları ve örfü şu an olduğu gibi daralacağına, terbiye işi, sadece aileye kadar indirgenip, küçültüleceğine daha da genişletilse idi. Mahalle baskısı, ilçe baskısı, il baskısı hatta millet - memleket baskısı halini alsaydı keşke.

Hadi şimdiki gençler her iki zamanı yaşamadı da bilemiyorlar. Ey yaşı 40’ın üstünde olanlar, siz de mi göremiyorsunuz, an be an çöktüğümüzü? Siz de mi müdahale etmeyeceksiniz, bu kötü gidişata? Yoksa şimdiki nesil gibi okları devlete ve/veya herkesin kendisine mi yönelteceksiniz? Aman boş mu verelim yani, eninde sonunda hepimizi de yaralayacak ve süründürecek pis durumları?
 
Elbirliği ile düzeltelim bu buhrana yol açacak yeni oluşan değer yargılarını. Örfümüz, elin gâvurunun örfü gibi olmasın. Hiçbir şey için geç sayılmaz. Çok geç hiç sayılmaz. Ben öyle düşünüyorum şahsen. Geri dönelim daha mutlu olduğumuz günlere… Geri dönelim, teknolojisi az ama huzuru çok günlere. Geri dönelim her şeyin teknoloji ile -kamerayla ve benzeri sistemlerle- çözüme kavuşturulması yerine, gözlerimizle, hislerimizle ve daha kötülük olmadan engelleyecek çözümlere. İnsanların birbirini kollayan, birbirine kanat geren, birbirinden kötülük gelmesine vesile olacak davranışları kınayan ve engel olan, birbiri- ne iyiliği teşvik eden, kötülüğü daraltıp kısaltan ve yok eden; iyiliği genişletip adeta toplumun her bir zerresine yayan insanlar olması için çalışmasına geri dönelim. Topyekûn bir sarılış ile sarılalım edebe, adaba... Topyekûn bir sarılışla sarılalım örfe dayalı ahlaka ve ahlakiliğe.

    Bugünlük de bu kadar. Her şey huzurla dolsun hayatınıza. Mutluluk sizinle ve zirvede olsun hayatınızda.

Kolaylıklar dilerim geleceğin toplumunu inşa edecek eğitimcilere. Geleceği, toplumun tüm katmanlarının berberce oluşturacağına ger-çekten inanan ve inandığını uygulayan herkese kolaylıklar dilerim.

YAZARLAR