Mustafa KAYA


MAÇ 2


               Maç konusuna devam edeceğimizi söylemiştik. Biz sözümüzün eriyiz, diyeyim de, muhabbeti olsun! Bu arada kız çocuklarının başarısı ile ilgili tespitimde ısrarlı olduğumu hem o zaman için hem de şimdiki zaman için belirtmek isterim. Nedenleri konusunda farklı düşünebiliriz. Ama erkeklerin kafa dağınıklığı veya akademik başarıyı olumsuz etkileyen diğer sebeplerinin daha fazla idi eskiden ve hâlâ daha fazla... Kız çocukların bulaşık yıkamak, çamaşır yıkamak gibi, o zamanın mutad (devamlı) işlerinin de vakit aldığını ve yorduğunu elbette kabul ediyorum. Bununla birlikte erkek çocuklarının o vakitlerdeki maç yapma hastalığı sadece maçı yapmakla kalmıyor, lig maçlarındaki haftalık heyecanında, maçın olduğu günden sonraki üç gün yapılan maçla ilgili yorumlar ile geçiyor, sonraki üç gün de haftayaki maçın nasıl olacağı ve kimlerin nasıl oynayacağı ile geçiyordu. Kısa keseyim; ben şimdi bile galatasaray'ın efsane kadrolarından birisi olan; Simoviç’li, İsmail Demiriz’li, Prekazi’li kadrosunu yedekleri ile sayarım. Varın siz bunu nasıl anlar iseniz öyle anlayın!

               Maç ile ilgili yazımın ikinci bölümüne çoğunluğunu gülümseyerek hatırlayacağınız, alıntı tespitleri de anlatayım da biraz rahatlayalım.

               

               ÇOCUKLUĞUMUZUN 

               FUTBOL KURALLARI

               1- Şişman olan her zaman kalecidir,

               2- Oyun sadece tüm oyuncular yorgunsa biter ( kural 5 hariç ),

               3- Hakem yoktur ( çoğu kere güçlü veya yaşça büyük oyuncuların dediği hakemin dediği gibi sayılır.),

               4- Sadece faul ciddiyse penaltı olur,

               5- Topun sahibi sinirlenirse maç biter,

               6- En iyi iki oyuncu aynı takımda oynayamaz. Oynar ise aradaki skor farkı aşırı fazla olur. O yüzden, en iyi iki oyuncu önce ayaklarını bir bir aldım verdim hesabının kazananına göre; herkes kendi oyucularını seçerdi. Böylece daha denk takımlar maç yapardı,

               7- Eğer en son seçildiysen bu senin için küçük düşürücüydü,

               8- Sahadaki en iyi oyuncu, top sahibiyle aynı takımda değilse maç çok geç başlar ( mızıl-danma mutlaka olurdu.), 

               9- Üç korner bir penaltıydı ve penaltı geriye doğru tepme şeklinde olurdu,

               10- Hava kararmaya yakın maç berabere ise golü atan maçı kazanır ve maç biterdi,

               11- Şut kalecinin boyunu aşarsa ve uzanamayacağı yere giderse gol sayılmazdı,

               12- Tahta kaleler çok lüks sayılırdı, iki taş koyup kale yapılır, göz kararı gol sayılırdı (şiddetli tartışmalar genellikle bu noktalarda oludu.),

               13- Çaktırmadan kale küçültülebilirdi,

               14- Abanmak yok ( diye başta söylenir ama güçlü olanlar uymazdı.),

               15- “Dur dur teyze geçsin!” denirdi,

               16- Yeni nesil çok şey kaybetti hem de çok şey!...

               Belki top veya ayakkabı alacak paramız yoktu ama yemin ediyorum çok daha huzurlu, çok daha neşeli, çok daha güler yüzlü çok daha insandık ne istediğini bilen.

               Hastasıyla sevabıyla iyi günlerdi, bence de. Her şeyimiz sosyallik içerisinde olurdu. Geçen gün arkadaşlar ile bu konulardaki özlemlerimizi belirtirken, bir arkadaş: “ biz, bizim geç-mişimizi özlüyoruz ve yeni nesli kaybetti olarak görüyoruz, fakat yeni nesil de gelecekte şu anki çocukluklarını ve gençliklerini özleyebilirler.” dedi. Aslında hak verdim. Siz ne dersiniz? 

               Biraz çocukluğumuza ve gençliğimize dönmenin bence çok faydası var. Hele beraber geçti ise hatıralarımızı yâd ettiklerimiz, tadından yenmez oluyor. Kurban bayramı toplaşın eş, dost ve -çocukluk ve gençlik arkadaşlarınızla… Fırsat olsun sohbete ve muhabbete inşallah… Biraz kurbanlıklardan, biraz siyasetten, biraz tatilden ama biraz da hatıralardan olsun sohbet menüsünde…

               Hadi kolay gelsin!

YAZARLAR