Vaiz Muharrem DEMİR


KİTAPLARA İMAN : Aklın Vahiyle Buluşması-2-


               Günümüzde Kur'an dışındaki ilâhî kitaplara göz atıldığında şu manzara ile karşılaşılır. Kur'an ve hadislerde bahsi geçen sahifeler günümüze ulaşmamış; Tevrat, Zebur ve İncil ise orijinal hâllerini koruyamamıştır. Kitâbı Mukaddes adı altında birleştirilen  bu  kitaplardan  Tevrat, Ahd-i Atîk; İncil, Ahd-i Cedîd olarak anılmakta, Zebur ise Mezmurlar adıyla Ahd-i Atîk içinde yer almaktadır. Kur'an dışındaki mevcut semavî kitapların ilk hâli sonraki nesillere intikal ettirilememiştir. Kur'an bu durumu şu şekilde açıklamaktadır: “Vay o kimselere ki elleriyle kitabı yazarlar, sonra da onu az bir karşılığa değişmek için, "Bu, Allah'ın katından dır." derler. Vay ellerinin yazdıklarından ötürü onların hâline! Vay kazandıklarından dolayı onların hâline!” (Bakara, 2/79) Abdullah b. Abbâs şöyle demiştir: “Ey Müslümanlar! Allah'ın, Peygamberinize (sav) indirdiği en yeni kitap (Kur'an), Allah'tan gelen son haberleri ihtiva ettiği ve hiçbir şaibe taşımadığı hâlde Ehli kitaba nasıl danışırsınız? Hâlbuki Allah, Ehl-i kitabın kendilerine gönderilen ilâhî kitapları değiştirip bozduklarını, sonra da az bir menfaat elde etmek için kendi elleriyle yazdıklarına "Bu, Allah katındandır." dediklerini size haber vermiştir. Size gelen bilgi onlara danışmaktan sizi alıkoymuyor mu? Vallahi, biz onlardan hiç kimsenin size, size indirilen (Kur'an) hakkında soru sorduğunu görmedik.”(Buhârî, Tevhîd, 42)

               Allah'ın, nimetini tamamlamak, her şeyi açıklamak, hidayete erdirmek ve rahmet etmek maksadıyla Hz. Musa'ya indirdiği vahiy (kitap), çeşitli şekillerde müdahaleye maruz kalmıştır. İnsanlar, Allah'ın kitaplarının kadrini gereği gibi takdir etmemiş, Allah'ın kelâmı olduğunu bildikleri hâlde onu gizleyip inkâr ederek istedikleri gibi yorumlayıp kelimelerin yerlerini değiştirmişlerdir. Özellikle bazı Yahudi ve Hıristiyan din adamları kutsal kitaplarında ekleme ve çıkarmalarda bulunarak öznel yorumlar yapmak suretiyle kitapların özgün yapısını değiştirmişlerdir. Kur'an'da ve bazı hadis metinlerinde bu kimselerin Allah'ın sözünü işitip anladıktan sonra, bile bile bozarak çıkarları uğruna az bir pahaya sattıklarına vurgu yapılmaktadır... Bunun karşılığında onları âhirette şiddetli bir azabın beklediği belirtilmektedir.

               İlâhî kitaplarda gerçekleştirilen söz konusu değişiklikler, bazen lafız ve mânâda, bazen de yanlış tefsirlerle sadece mânâda yapılmıştır. Dolayısıyla Tevrat ve İncil metinlerinin hem kendi içlerinde hem de Kur'an'la karşılaştırıldığında ortaya çıkan çelişkiler, söz konusu tahriften kaynaklanmaktadır. Kitabın tahrif edilmesi aslında peygamberin mesajının bozulmasıdır. Peygamberin mirası olan kitaba ihanet, peygambere ve dolayısıyla Allah'a ihanettir. Hz. Peygamber, Yahudi ve Hıristiyanların Tevrat ve İncil'i okumalarına rağmen hükümleriyle amel etmedikleri için dinî bilginin aslını kaybettiklerini ifade etmiştir.

               Kur'ân-ı Kerîm'de ve Hz. Peygamber'in mesajlarında özellikle vurgulanan, “Bütün ilâhî kitaplara iman etme” emri, hiç şüphesiz o kitapların tahrif edilmemiş yani Allah'tan geldiği şekliyle muhafaza edilmiş hâlleri için söz konusudur. Müminler bu kitapların asıllarının Allah kelâmı olduğunu kabul etmekle yükümlü olduğu kadar, Kur'an dışındaki mevcut ilâhî kitapların tahrif edilmiş olduğuna da inanmakla sorumludur. Bu nedenle Tevrat ya da İncil'den gelen bir bilgiyle karşılaşan mümin, bu bilginin doğru veya yanlış olduğunu söylemeden önce Kur'an'a başvurmak zorundadır. Kur'an'ın verdiği bilgilerle tenakuz hâlinde olmaması, Kur'an'ın genel ilke ve prensipleriyle çelişmemesi böyle bir bilginin doğru olabileceğine işarettir. Kur'an'ın değer yargılarıyla ve evrensel mesajıyla çelişen bilginin, Allah'tan gelen bir bilgi olarak değerlendirilmesi söz konusu olamaz.

               Görüldüğü üzere, önceki dinlerin mensupları, kitaplarını çıkarları doğrultusunda değiştirmişlerdi. Bunun neticesinde Allah'ın insanlığa gönderdiği ilâhî rehberler olan kutsal kitaplar unutulmaya yüz tutmuş, insanlık câhiliye karanlığında bocalamaya başlamıştı. Böyle bir zamanda Allah Teâlâ, kulu ve elçisi Muhammed'e (sav) son kitabı Kur'ân-ı Kerîm'i indirmiş, yüce vahyi ile kullarını yeniden lütuflandırmıştır. Artık tek rehber, hidayetin kaynağı, dünya ve âhiret mutluluğunun anahtarı Kur'an'dır. Hz. Peygamber'den ve Kur'an'dan haberi olan bütün insanların Allah'ın gönderdiği son Peygamber'e ve son Kitab'a iman etmesi zorunludur. Hz. Peygamber bu hususu şu şekilde ifade etmektedir: “Muhammed'in canını elinde tutan Allah'a yemin ederim ki bu ümmetten bir Yahudi veya Hıristiyan beni işitir, sonra da benim kendisiyle gönderildiği (vahy)e iman etmeden ölürse mutlaka ateş ehlinden olur.” (Müslim, Îmân, 240)

               İlâhî kitaplar aynı zamanda müminlere; korumaları, üstüne titremeleri, her şeyden önemlisi buyruklarıyla amel etmeleri için bırakılmış birer yüce mirastır. “Andolsun, biz Musa'ya hidayet verdik, İsrâiloğulları'na da kitabı (Tevrat) miras bıraktık.” (Mü’min, 40/53.) âyetinden bu hususa dair işaretler çıkarılabilmektedir.

               Peygamber Efendimizin de ümmetine bıraktığı en büyük miras, Allah'ın Kitabı Kur'an'dır. Bu bağlamda Allah Resûlü (sav) Veda Haccı sırasında ümmetine şu tavsiyede bulunmuştur: “Size öyle bir şey bırakıyorum ki ona sarıldıktan sonra asla sapıtmazsınız. O, Allah'ın Kitabı'dır.” (Müslim, Hac, 147)

               Kur'an kıyamete kadar gelecek bütün kuşaklara hitap etmektedir. Zira “Gerçekten bu Kur'an en doğru yola götürür.” (İsrâ, 17/9) şeklinde kendisini insanlığa tanıtan yüce Kitabımız tüm zamanlarda, tüm insanlara rehberlik edecek ve yol gösterecektir. Bundan dolayı Allah Resûlü Kur'an'ı, yolcuları uyaran bir rehbere benzetmektedir. Onun rehberliğinde hayatlarını sürdürenler asla yollarını şaşırmayacak, istikametlerini kaybetmeyeceklerdir. Çünkü o, kâinatı yoktan var eden Yüce Allah'ın ipi (hablullâh), kopmak bilmeyen “sapa-sağlam bir kulp”tur (el-urvetu'l-vüskâ). Zira Allah'ın Kitabı, kendisine tutunan için koruyucu ve kurtarıcıdır. Şifa kaynağı, hidayet rehberi ve rahmet vesilesidir.

               Kitaba sarılmak, ona tutunmak, onun rehberliğinde hayat yolculuğuna devam etmek ancak onun hükümlerini uygulamakla ve eksiksiz yerine getirmekle mümkün olmaktadır. Allah Resûlü, “Kur'an'ın haramlarını helâl sayan, ona iman etmemiştir.” (Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’ân, 20) buyurarak bu gerçeği ifade etmiştir. Bu çerçevede Kur'an'ın sayfalarını yüceltip kutsallaştırmak ama diğer taraftan hükümlerini çiğnemek, ona tutunmak değildir. Kur'an'ın süslü kılıflar içerisinde evlerin en mutena köşelerine yerleştirilip ele alındığında öpülüp baş üzerine konulması ancak ve ancak şeklî saygının ifadesi ve tezahürüdür. Oysa Allah'ın insanlardan istediği ve Kur'an'ın gönderiliş gayesi bu değildir. O, süslü kılıflardan çok kalplerin derinliklerine yerleşmeli, onun içeriğine ve hükümlerine göre bir hayat sürülmelidir. Bu gerçeği Allah Resûlü, damadı Hz. Ali'ye şu şekilde ifade etmektedir: “Allah'ın Kitabı'nda sizden öncekilerin bilgisi ve sizden sonrakilerin haberi vardır. Aranızdaki meselelerin hükmü ondadır. O, (hak ile bâtılı birbirinden ayıran) kesin bir hüküm olup anlamsız boş söz ve oyun değildir. Allah onu terk eden zorbayı rezil eder. Her kim doğru yolu Allah'ın Kitabı'ndan başkasında ararsa Allah onu sapıklığa düşürür. O, Allah'ın sağlam ipidir ve hikmet dolu sözleridir. O, dosdoğru yoldur... Ona dayanarak konuşan tasdik olunur. Onunla amel eden sevap kazanır, onunla hükmeden adaletli davranmış, ona davet eden doğru yola iletmiş olur.” (Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’ân, 14) 53 Bütün bu gerçekler bir kenara bırakılır ve Kur'an hayatın dışına itilirse Peygamberin, “Ey Rabbim! Kavmim şu Kur'an'ı terk edilmiş bir şey hâline getirdi.” (Furkân, 25/30) serzenişiyle karşı karşıya kalınabilir.

                            KAYNAK: HADİSLERLE İSLAM

YAZARLAR