Darbımesel olarak artık konuşmalarımızda sıklıkla yer alan bir cümle vardır. Anlatmak istediğimiz konunun, olayın ismini başına geçirir; “……… olalı böyle zulüm görülmedi!” deriz. Olayın trajikomik tarafını en iyi vurgulayabileceğimiz yakın tarihin atasözlerinden biridir.
Hikâye değişik versiyonlarını barındırmakla beraber en orijinali ve kısası olarak şöyle anlatılır: Cumhuriyetin ilk yıllarında, batılılaşma hareketi kapsamında biraz zamansız karar verilerek Anadolu’ya opera götürülmesine karar verilir. Opera salonu, Batılılaştırma çabası ve opera salonunun doldurulması için köylülerin getirilmesine karar verilir. Zamanın şartları bugünkü demokratik anlayıştan çok çok uzak olduğu için köylüler zorla opera salonunda yerlerini alırlar. Dört saat süren, ağır bir opera eseri seçilir ve Sivas’ta zorla doldurulmuş salonda köylülere dört saat opera dinletilir. Daha sonra aklı evvel yöneticinin biri, belki biraz da küçümsemek kastıyla, köyün muhtarını çağırır. Muhtar Bey, nasıl ama opera? Ülkenin en iyi opera sanatçılarını beğendiniz mi? Diye sorar. Operanın halkta ve kendisinde oluşturduğu izlenimi muhtar öyle bir cümleyle ifade eder ki günümüze kadar darbımesel haline gelir: “ Sivas, Sivas olalı böyle zülüm görmedi!”
Bu hikâyeden çıkarılması gereken en iyi sonuç herhalde insanlara, özellikle zevke keder konularda zorlama yapılmaması gerektiğidir.
On beş yirmi gündür ülkemiz karlar altında. Allah’u Teala tüm eksikliklerimize, günahlarımıza rağmen rahmetini esirgemedi, esirgemiyor. Yaz boyu susuzluk had safhada, suyu ölçülü kullanalım naraları atan medya ve sosyal medya, şimdi; “beyaz kabus” “kar hayatı felç etti” naraları atmaya başladı. İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyükşehirlerimizin hayatı dumura uğradı gibi, bakış açılarıyla tüm ülkeyi adeta hüzne boğdular. Bu yorumlar kaygılı başlarımızın, kaygılı bakışlarımızın endişesini, hüznünü arttırdı. Üstüne doğal gaz krizi, İran doğal gazı arızası da eklenince; ömrümüzden ömür gitti, gidiyor.
“İnsanın kendine yaptığını tüm dünya birleşse yapamaz.” Atasözünün yeri değil mi şimdi? Tüm büyükşehirlerimizi mega kent haline getirinceye kadar yapmadıklarımız bir tarafa, son on, on beş yılda, azda olsa düzen intizam sağlansa halimiz böyle mi olurdu? Memleket bu hale mi gelirdi? Kar yağacağı bir hafta, on gündür hava durumu habercileri tarafından bangır bangır ifade edilirken, önlem almayan, memleketin altıda birinin hayatı sıkıntıya düşerken, adım atmayan zihniyet kabus değil de, Allah’ın rahmeti mi kabus oluyor?
Kâbus; uyurken görülen ürkütücü, korkutucu rüya olarak literatürümüzde yer alırken, gündüz ya da gece göz göre göre yaşanılan ve kendi kendimize yaptıklarımızın sonucunu, kâbus kelimesi ile ifade etmek aslında ne kadar büyük bir kâbus? Allah’ı gücendirmek derler büyüklerimiz. Hem susuzluktan bahsedelim, hem de dünyanın en temiz, en masum, en büyük rahmetini kâbus olarak niteleyelim, gerçekten anlaşılır gibi değil!
Başlıkta ifadesini en iyi şekilde bulduğuna inandığım konuda anlatmaya çalıştığım; rahmeti, merhameti, Allah’ın kullarına bahşettiği, şimdilik insanoğlunun yapayını bile yapamadığı, sunamadığı güzelliği, sevinçle, mutlulukla karşılayıp, şükretmemiz gerekirken kâbus görüyor gibi hissetmek bizim geldiğimiz en kötü durumdur. Kâbus kelimesine yapabileceğimiz en kötü zulüm bu olsa gerektir. Kâbusun en zıttı ile ifade edilmesi gereken kelimeyi, müjdeyi, sürprizi, “rahmet” kelimesi ile ifade edelim ki hayata ümitvar bakabilelim. Bırakın bir gün dursun hayatımız! Bırakın eksik olsun hayatımızdan telaşlı, koşuşturmalı bir günümüz! Ama mağduriyet yaşamadan gerekli önlemleri alarak, gerisini Allah’a bırakarak yaşayalım beyaz rahmetin güzelliklerini. Çocuklarımız oynasın kartopu, yapsın kardan adam.
Rızkımızı Allah’a bırakarak, elimizden geleni yaparak nice beyaz rahmet rüyaları görmeye inşallah...