Vaiz Ömer Faruk EKİCİ


KAMU MALI TÜYÜ BİTMEMİŞ YETİMİN HAKKI


               Allah Resûlü dönemin şartları sebebiyle kamu malı konusunda önemli yere sahip olan ganimetler hakkında ashâbını her fırsatta uyarmış, bir kumandan olarak askerlerine savaşlarda ganimete hı yanet etmemelerini emretmiş, hatta ganimet malına hıyaneti münafıklık alâmeti saymıştır.  Ganimet malına hıyanet edilmeden yapılan cihadı en faziletli amellerden biri olarak zikreden Resûlullah, “Kim şu üç şeyden uzak olarak ölürse cennete girer: Kibir, gani met malına hainlik ve borç.” buyurmuştur. 

               Hz. Peygamber, “Ganimete ihanet edenleri gizleyenler de onlar gibidir.” buyurarak kamu malına ihanet ile bu ihaneti gizlemeyi birbirine benzetmiştir. Hz. Peygamber buna ilâveten üzerinde herkesin hakkı bulunan ganimet mallarının geçici bir süreyle de olsa kullanılıp yıpratılmasını yasaklamıştır. Hz. Peygamber, toplumun hakkına hıyanet edenleri âhirette şiddetli bir azabın beklediğini haber vermiştir. Bir defasında, ashâbına kamu malına ihanet günahının büyüklüğünden bahsetmiş ve kıyamet günü hiç kimseyi boynunda meleyen bir koyun, kişneyen bir at, böğüren bir deveyle veya altın, gümüş ve ganimet elbisesi yüklenmiş olarak görmek istemediğini bildirmiş, kıyamet günü hainlik edenin aşırdığı mal boynunda olduğu hâlde haşredileceğini haber vermiştir. 

               Ashâbını bu tür yolsuzluklara karşı her zaman uyararak onlardan da bu konuda titiz davranmalarını isteyen Allah Resûlü, Huneyn Savaşı’nda vefat eden birinin cenaze namazını ganimet malına dolayısıyla kamu malına hıyanet etmesi sebebiyle kıldırmak istememiş, gerçekten de adamın eşyalarından iki dirhem değerinde Yahudi incileri çıkmıştı.

               Bir defasında da Resûlullah (sav) Bilâl’e ganimetlerin toplanması için ilân yapmasını emretmişti. Üç kere yapılan ilânı duyduğu hâlde elindekini getirmeyip sonradan getiren bir adama, “Sen artık onu âhirette getirirsin. Onu senden almayacağım.” demişti. Buna ilâveten Hz. Peygamber, Allah Teâlâ’nın haksızlıkla elde edilen ve helâl olmayan bu tür malları sadaka olarak dahi kabul etmeyeceğini bildirmişti.

               Allah Resûlü, ganimetlerin paylaşımında hassasiyet gösterdiği kadar, o dönemde insanların ortak kullanım alanları olan mekânlarda, taşınmaz  kamu mallarında veya herhangi bir gayret gerektirmeden elde edilen su, ot ve ateşin kullanımında da bütün Müslümanların ortak olduğuna dikkat çekmekteydi. Buna göre toplumun temel ihtiyaçları olan alanlar kamu mülkiyetine dâhil olmaları dolayısıyla kimse tarafından özel mülk olarak sahiplenilemezdi. 

 

               Kamu arazileri gibi insanların vazgeçilmez temel ihtiyaçları arasında olan ve herkesin kullanımına açık durumda bulunan doğal kaynaklardan biri de sudur. Allah Resûlü, Arabistan coğrafyasında önemli bir yere sahip olan ve kullanım hakkı sebebiyle kimi zaman tartışmaların meydana geldiği su kaynaklarında haksızlık ve kargaşayı önlemek adına birtakım kurallar getirmiştir. Nitekim Allah Resûlü su nöbetinden dolayı komşusu ile anlaşmazlığa düşen Abdullah b. Zübeyr’den hurmalığını suladıktan sonra komşusunun kullanması için suyu salıvermesini istemişti. 

               İhtiyaç fazlası suyun kimseden esirgenemeyeceğini söyleyen Allah Resûlü, bu konuda arazisi yukarıda olan kimsenin kullanımda öncelik hakkına sahip olduğunu, yukarıdaki kimsenin arazisini su ayak topuklarına varıncaya kadar suladıktan sonra suyu aşağıya salması gerektiğini ifade ederek anlaşmazlıklara çözüm getirmişti.

               Hz. Peygamber, insanların ortak kullanım alanları olan mekânların korunmasının üzerinde önemle durarak mescitlerin temiz tutulması konusunda ashâbını uyarmış ve herkesin kullanımına açık olan suların kirletilmesini yasaklamıştır. İnsanların gelip geçtiği yolların gereksiz yere işgaline izin vermemiş, kirletilmesini yasaklamış ve ashâbını yollardan insanlara eza verecek maddelerin kaldırılmasına teşvik etmiştir. Öte yandan Allah Resûlü, kamu mallarını âtıl hâlde bırakmamış, onlardan istifade etmeye çalışmıştır. Efendimiz, devlete ait arazi ve madenleri onları ihya edebilecek bazı sahâbîlerine vermiş ve “Kim, sahibi olmayan bir araziyi imar ederse, o (bu yerde) daha çok hak sahibidir.” buyurarak insanları her fırsatta ölü arazileri ihya etmeye teşvik etmiştir.Resûl-i Ekrem, kamu mallarının ihyasına gösterdiği özeni onların korunması konusunda da sergilemiştir. İslâm’da her türlü gasp, yolsuzluk ve hırsızlığın yasaklanmasının yanında kamu malından çalmak, savaş ganimetlerinden haksız yolla bir şey almak, devlet malına hıyanet etmek gibi haksız fiiller İslâm hukukunda “ğulûl” kavramıyla ifade edilmiştir. Ğulûl, taksim edilmeden ganimet malından çalmak anlamıyla birlikte, genel olarak yolsuzluk ve kamu malına ihanet etme mânâsını da taşımaktadır. Nitekim Hz. Peygamber, “Kimi bir işte görevlendirip (yaptığı işin karşılığı) bir ücret verdiysek, onun bu ücret dışında alacağı her şey (kamuya) hainliktir.” buyurarak, bütçeden haksız yere sağlanan her menfaati “kamu malına ihanet” olarak nitelendirmiştir. “Yağma da yok, ihanet de yok, hırsızlık da!” buyuran Allah Resûlü, ğulûlü yalnızca ganimet malına ihanetle sınırlandırmamış, devletin görevlendirdiği memurların elde ettikleri haksız kazançları da bu şekilde tanımlamıştır. Zekât memurluğu gibi oldukça hassas bir görev yapmasına rağmen bunun sorumluluğunun farkında olmayarak kendisine haksız menfaat sağlayan bu kişiye Allah Resûlü öfkelenerek şöyle buyurmuştu: “(Bu adam bir zekât memuru olmayıp) babasının veya anasının evinde otursaydı, kendisine hediye verilir mi, verilmez mi bir baksaydı ya! Nefsimi kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki sizden biriniz ondan bir şey alırsa kıyamet gününde boynunda böğüren bir deve, ya bağıran bir sığır veya meleyen bir koyunla gelecektir...” Böylece, devlet görevlilerine yaptıkları görev dolayısıyla verilen hediyeleri de ğulûl olarak nitelendiren Allah Resûlü, ashâbını bu tür haksız kazançtan sakındır mıştır.

Sevgili Peygamberimiz, bu ağır yükten insanları sakındırmak amacıyla, “Kimse hakkı olmayan bir karış yeri bile almasın! (Alırsa) Allah, kıyamet gününde yedi kat yeri onun boynuna dolar.” ve “Sizden kimi bir işte görevlendirirsek ve o da bizden iğne (miktarı) ya da daha büyük bir şeyi gizlerse bu bir ihanet olur ve kıyamet günü onu (kendi elleriyle) getirir.” buyurmuştur. 

İslâm’ın değerlerinin üzerine bina edildiği “hak” kavramı, “kul hakkı (hukûku’l-ibâd)” ve “Allah hakkı (hukûkullâh)” olarak sınıflandırılmış ve kamu hakkı, hukûkullâh kapsamında değerlendirilmiştir. Kamu yarar ve düzeninin gerçekleşmesi, toplumun huzurlu ve düzenli bir hayata sahip olması bu haklara riayeti gerektirir. Toplumun her ferdinin üzerinde hak sahibi olduğu kamu malları, topluma ait mekânlar, araç ve gereçler, gelirler, doğal kaynaklar gibi oldukça geniş bir alana sahiptir ve tüm bunların titizlikle korunması gerekir. Ancak toplum, ahlâkî değerlere duyarsızlaştığında, insanlar helâl haram dengesine dikkat etmediklerinde ve hak kavramı önemini yitirdiğinde kamu malına hıyanet kaçınılmaz hâle gelmektedir. Pek çok çeşidiyle yolsuzluk çoğalmakta, devletin malını yemek doğal sayılmakta, hatta buna dikkat edenler hor görülerek kınanmaktadırlar. Kamu malından kaçırılan her şey ganimet olarak algılanmakta ve su, elektrik, vergi gibi her türlü kaçakçılık mubah görülmektedir. Kimi zaman kamu malına en çok hassasiyet göstermesi gereken devlet görevlileri halkın hizmetinde olduklarını unutarak küçük menfaatler uğruna emek ve alın terini hiçe saymakta, toplumdaki yetimin hakkını gasp edebilmektedir. 

Görevlilerin bulundukları makamı istismar etmek suretiyle devlet imkânlarını şahısları adına kullanmaları, hak edilmeyen maaşlar, kamu malında yapılan israflar günümüzde en çok karşılaşılan durumlar arasındadır. Kamu malına hıyanet eden kişi, ucuz çıkarlar sağlarken, insanî ve ahlâkî değerlerini kaybetmektedir. Böyle bir toplumda ise ne kamu hizmeti lâyıkıyla gerçekleşir ne de insanlar birbirlerine güvenerek huzurlu bir hayata sahip olurlar. Oysa kamu malı emanettir ve bu emanete hıyanet etmek, kişiyi hem dünyada hem de âhirette ağır bir vebal altına sokmaktadır. İslâm ise insanın boynuna yüklenen bu ağır vebalin onu dünyada ve âhirette zor durumda bırakacağı konusunda uyarmaktadır. Allah Teâlâ, kullarını helâl ve temiz olan rızıklara yönlendirip onlara mallarını haksız sebeplerle ve haram yollarla yememeleri uyarısı yaparken, Resûlullah da ümmetine rızık konusunda mutedil olup yasak yollara başvurmamaları konusunda şöyle seslenmektedir: 

 “Ey insanlar! Allah’tan (hakkıyla) sakının ve rızkınızı güzel yoldan isteyin. Hiç kimse (Allah’ın kendisine takdir ettiği) rızkı —geç de olsa— elde etmeden ölmeyecektir. Öyleyse Allah’tan (hakkıyla) sakının ve rızkınızı güzel yoldan isteyin. Helâl olanı alın, haramdan sakının!”

                                         Kaynak: Hadislerle İslam

YAZARLAR