Yaklaşık 25 yıldır İngilizce dersi veriyorum. İşimi öğrenen insanların bana ilk sorduğu şey: “Hoca bu İngilizceyi nasıl öğreneceğiz?” Sonrasında 6 yıl lisede İngilizce dersi gördüm bir şey öğrenemedim diye dert yanıyor bazıları. Ben konunun nerelere kadar uzandığını biliyorum ama bunu her zaman ifade edemiyorum.
Tarihsel arka plâna bakalım isterseniz. Dünyada İngilizceyi Japonlar ve Türkler başarılı bir şekilde öğretemiyor. Şaşırdınız değil mi? Japonlar ne alaka dediğinizi duyar gibi oluyorum. Batı ordularını savaşta yenebilen iki millet vardır: Türkler ve Japonlar. Herhangi bir üçüncü dünya ülkesine gittiğinizde bir zamanlar Batı sömürgesi olduğunu görürsünüz. Sömürge ülkelerinin halkları bir Batı dilini ana dili kadar iyi öğrenir. Türkler ve Japonlar sömürge olmamış, milliyetçi eğilimleri güçlü milletlerdir; ana dilleri haricinde bir dil öğrenirken pek de istekli değildir.
Eğitim hayatımda farklı ülkelerden öğrencilerim oldu. İngilizcelerinin bizim öğrencilerden daha iyi olduğunu gördüm. Onlara İngilizceyi nasıl öğrendiklerini sorduğumda bana şöyle cevap verdiler: Hocam, biz arkadaşlar arasında sürekli İngilizce konuşuruz, birbirimize İngilizce mesajlar göndeririz. Yabancı dil 45 dakika içinde sınıfta başlayıp sınıfta bitiyorsa başarı sağlamak mümkün değildir. Burada yabancı dili hayatımızın bir parçası haline getirmemiz gerek. Ders esnasında bazı öğrenciler biz niye İngilizce öğreniyoruz, onlar Türkçe öğrensin şeklinde itiraz ederler. Bu yaklaşım hayatın gerçekleri ile örtüşmez.
Dil öğrenmenin biyolojik tarafına bakarsak karşımıza ilginç gerçekler çıkar. Bütün canlıların hayatta kalmak için bir özelliği vardır. Aslanın pençesi, kuşların kanadı, balığın yüzgeci vesaire. İnsanın hayatta kalma aracı dildir. Dünyada doğan her bebek en az bir dil öğrenmeye programlıdır. Kısa sürede nasıl İngilizce öğrenirim diye soran öğrencilere: sizi Londra’ya paraşütle atalım, cebinde paran olmasın, iki ayda İngilizceyi öğrenirsin derim. Aksi takdirde hayatta kalamazsın.
Bir insan 4 yaşında dil öğrenme konusunda kapasitesinin zirvesindedir. 4 yaşındaki çocuk ailede 5 ayrı dil konuşulsa 5’ini de öğrenir. 13 yaşında ağzınız sadece ana dildeki sesleri çıkarabilecek şekilde katılaşır. Halk, o laflara benim dilim dönmüyor derken bunu kasteder. Yani 13 yaşından sonra öğreneceğiniz hiçbir dil anadiliniz yerine geçmez. Hangi dilde rüya görüyorsan (veya küfür ediyorsan) o dil sizin ana dilinizdir.
Dil öğrenmek enstrüman çalmaya benzer. Misal bağlama öğreniyorsun, hoca ödev vermiş. O haftaki şarkıyı iyi çalamazsan yeni şarkıya geçtiğinde zorlanırsın. Eğer okulda veya kursta bir yabancı dil öğreniyorsan o haftanın konusunu iyi öğrenmen gerek, yoksa arada boşluklar olacaktır. Bu boşluklar sürekli büyüyecektir. Bu tür kontrollü öğretimde üst üste koyarak ilerlenmelidir.
Yeni bir dil öğrendiğinde beynimize sıfırdan format atılır. Bu süreç beynin diri kalmasına yardım eder. Dil öğrenmek bunama ve Alzheimera iyi gelir. Her dil dünyayı farklı algılayan bir kültürün işaretidir. Misal, Türkçede karşıdakine ‘o’ deriz ama İngilizler ‘o’ ifadesi için: “he, she, it” gibi üç tane ayrı kelime kullanır. Sen kuzu ile kuzu etini ayırmıyorsun ama İngilizler kuzu için ‘lamb’ kuzu eti için ‘mutton’ kullanır. Yeni bir dil (hangisi olduğu fark etmez) senin dünyayı farklı bir açıdan algılamanı sağlar, diğer insanlara karşı önyargılı ve katı tutumunu kırar. Bu anlayışın dünyaya daha barışçıl bir hava katacağına şüphe yoktur.
Özetleyecek olursak yabancı dili hangi amaç için öğreneceksin, düzeyin nedir, ne kadar süre ayırabilirsin, bunlar önemli konulardır. Bütün bunları göz önüne alarak süreci başlatın. Ayrıca dünya ile bütünleneceksen, ki bunu yapmalıyız, kaç yaşında olursan ol dil öğrenmeye başla. Şimdi çok daha fazla imkân var. Biz gençken ortada bir tek Limasollu Naci vardı, şimdi cep telefonunuza indireceğiniz basit bir uygulama ile dil öğrenebilirsin. Dil öğrenmek size özgüven kazandıracak, hayatınıza eğlence katacaktır.
