Vaiz Muharrem DEMİR


İFLAS : GERÇEK MÜFLİS AHİRET SERMAYESİNİ KAYBEDENDİR.

"...Maddî iflas bir şekilde bu dünyada telâfi edilebilmektedir. Fakat hesap günündeki asıl iflasın çaresi yoktur. Her ne kadar ibadetlerini yerine getirerek bir birikim elde ettiğini sansa da ahlâkını güzelleştirmeyen ve eliyle ya da diliyle insanlara zarar veren kişi, iflastan kurtulamayacaktır..."


                Resûlullah zamanında bir adam, dalındayken satın aldığı meyveler hastalık nedeniyle ziyana uğrayınca zarar etmiş ve meyveleri almak için ödünç aldığı parayı ödeyememişti. Gün geçtikçe borçları daha da artmış, alacaklıları onu sıkıştırmaya başlamıştı. Durumu öğrenen Hz. Peygamber, ashâbına, “Ona bağışta bulunun.” dedi. Allah Resûlü’nün bu isteği üzerine ashâb, ellerinden geleni esirgemeyerek ona yardımda bulundular. Fakat elde edilen meblağ adamın borcunu ödemesine yetmedi. Bunun üzerine Resûlullah adamın alacaklılarına, “Bulduğunuzu alın! Bundan başka yapabileceğiniz bir şey de yoktur!” dedi ve artık onun üzerine daha fazla gidilmesine engel oldu. (Müslim, Müsâkât, 18)

                İflas, kişinin yüklü miktarda borçlanması ve artık borçlarını ödeyemez hâle gelmesidir. Bu duruma düşen müflisin mal varlığının ve alacaklarının toplamı, borçlarını karşılamaya yetmemekte, kısacası bu kişi maddî bakımdan çökmektedir.

                İslâm öncesi dönemde örnekleri görülen iflas sebebiyle Araplar, borçluyu zor duruma düşürecek kadar sıkıştırıyor, borcundan dolayı hür bir insanı bile satabiliyorlardı. İslâm’ın ilk zamanlarına kadar süregelen bu uygulama, “Eğer (borçlu) darlık içinde ise, eli genişleyinceye kadar ona mühlet vermek (gerekir). Eğer bilirseniz, (borcu) sadaka olarak bağışlamanız, sizin için daha hayırlıdır.” (Bakara, 2/280) âyetinin inmesi ile sona ermiştir.

                Kur’ân-ı Kerîm’de iflasla ilgili herhangi bir bilgi yer almamaktadır. Hz. Peygamber’in bu konudaki açıklamaları ise hukukî ve ahlâkî açıdan olmak üzere iki grupta toplanabilir.

                Resûlullah, hukukî bakımdan hem müflisi hem de alacaklıları korumaya yönelik bir tutum sergilemiş, öncelikle borçlunun imkânlarını göz önünde tutmuştur. İflas etmesine rağmen kişinin elinde malı varsa onun uygun bir şekilde alacaklılara paylaştırılmasını sağlamıştır.

                Ne sebeple olursa olsun günümüzde mal varlığını yitirerek iflas eden kişiler, psikolojik olarak da yıkıma uğramakta, iflası her şeyin sonu gibi algılayarak hayata küsmekte, bu olayın etkisinden kurtulamayarak kendilerini hatta ailelerini heba edecek kadar ileri gitmektedirler. Hâlbuki bu dünyada her şeyle karşılaşabileceğinin bilincinde olan mümin, bu ve benzeri sıkıntılara karşı sabırlı olmalı, inancını yitirmeyip hayata daha sıkı sarılmalı ve borçlarını ödemeye çalışmalıdır. Bu durumu bir imtihan olarak görmeli ve gayret gösterdiği takdirde Allah’ın kendisine yardım edeceğine dair ümidini asla yitirmemelidir. Zira Yüce Allah Kur’ân-ı Kerîm’de mal ve evlâdın aslında birer imtihan olduğunu (Teğâbün, 64/15.) bildirmekte ve sabırlı olmayı tavsiye etmektedir: “And olsun ki sizi biraz korku ve açlık, mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik) ile deneriz. (Ey Peygamber!) Sabredenleri müjdele!” (Bakara, 2/155)

                Müslüman’a yakışan, sıkıntılı zamanlarında sabır gösterip Allah’tan ümidini kesmeyen Hz. Peygamber’i örnek alarak ve onun tavsiyelerine uyarak sabırla teselli bulmaktır. Allah Resûlü, nimetlere şükredildiği gibi sıkıntılara sabretmenin de mümin için bir hayır vesilesi olduğunu şu çarpıcı ifadelerle dile getirmiştir: “Müminin durumu ne hoştur! Onun her işi hayırlıdır, onun bu hâli başka hiç kimsede yoktur. O, bir nimete nail olduğunda şükrederse, bu onun için hayır olur. Darlık ve sıkıntıya düştüğünde sabrederse, bu da onu için hayır olur.” (Müslim, Zühd, 64) Ayrıca mümin, elinde olanla yetinmeyi bilmeli, kendisini iflas gibi felâketlere sürükleyen mal hırsından uzak durmalıdır.

                İflas gibi zor bir duruma düşen kişi için Müslüman toplum elinden geleni yapmalı, Hz. Peygamber’in ifadesiyle, “bir binanın birbirine destek olan tuğlaları gibi” (Buhârî, Mezâlim, 5) dayanışma içerisinde olarak müflise maddî ve mânevî anlamda yardımcı olmalıdır.

                Resûlullah, iflasın bir de ahlâkî boyutuna dikkatleri çekmiştir ki, bu yönü bizim için en az hukukî yönü kadar önem taşımaktadır. Çünkü her insan malını kaybedip maddî bir iflasın eşiğine gelmeyebilir. Oysa mânevî bir iflas ile dünyada biriktirdiği hayırları kaybetme tehlikesi herkes için geçerlidir. Bu kötü ihtimali ümmetine hatırlatmak isteyen Allah Resûlü, bir gün ashâbına, “Müflis kimdir, biliyor musunuz?” diye sormuştu. Elbette ki bu sorunun cevabı onlar için kolaydı. “Bize göre müflis parası ve malı olmayan kimsedir.” demişlerdi. Hâlbuki Hz. Peygamber bu soruyu, onların dikkatini farklı bir yöne çekmek için yöneltmişti. Zihinlerindeki müflis algısını değiştirecek ve bu kelimeye yepyeni bir anlam yükleyecekti. İflasın sade ce bu hayatta değil öbür dünyada da başlarına gelebileceğini düşünmelerini sağlayacaktı. Ve sözlerine şöyle devam etti: “Şüphesiz ki ümmetimin müflisi, kıyamet günü namaz, oruç ve zekâtla gelir. Aynı zamanda şuna sövmüş, buna iftira etmiş, şunun malını yemiş, bunun kanını dökmüş ve şunu dövmüş bir hâlde gelir. Bunun üzerine iyiliklerinin sevabı şuna buna verilir. Üzerindeki kul hakları bitmeden sevapları biterse, hak sahiplerinin günahları kendisine yüklenir. Sonra da cehenneme atılır.” (Müslim, Birr, 59)

                Maddî iflas bir şekilde bu dünyada telâfi edilebilmektedir. Fakat hesap günündeki asıl iflasın çaresi yoktur. Her ne kadar ibadetlerini yerine getirerek bir birikim elde ettiğini sansa da ahlâkını güzelleştirmeyen ve eliyle ya da diliyle insanlara zarar veren kişi, iflastan kurtulamayacaktır. Çünkü üzerindeki kul hakları, sevaplarından daha çoktur. Kıldığı namaz, tuttuğu oruç ve verdiği zekâtlar, yaptığı haksızlık ve zulümler karşısında mizanda çok hafif kalmaktadır. Bu nedenle Peygamberimiz (sav), üzerinde kul hakkı olanları, hak sahipleri ile dünyada iken helâlleşmeleri hususunda uyarmıştır. Nitekim helâlleşmedikleri takdirde âhirette, iyilikleri alınıp hakkını gasp ettikleri kişilere verilecektir. Sevapları yetmediğinde ise bu sefer haksızlığa uğrattıkları kimselerin günahları sırtlarına yüklenecektir.

                Dinin görünen kısmını oluşturan ibadetlerin ruhunu göz ardı ederek tamamen şekle önem vermek ve böylece İslâm’ı ibadetlerin şeklî boyutuna indirgemek doğru değildir. Bu tarz bir düşünce kişiyi yukarıdaki hadiste ifade edilen “müflis” konumuna düşürür. Kur’ânı Kerîm’de üstün bir ahlâk üzere olduğu vurgulanan Allah Resûlü ümmetini de güzel ahlâka teşvik etmiş ve Müslüman’ı, “diğer Müslümanların elinden ve dilinden selâmette olduğu (zarar görmediği) kimse”  olarak tanımlamıştır. Bu nedenle Hz. Peygamber’in sünnetini özümsemiş bir Müslüman’ın, sövmek, iftira etmek, kan dökmek, dövmek, haksızlık ve zulmetmek gibi güzel ahlâkla bağdaşmayan davranışlar sergilemesi düşünülemez. İbadetler, bir anlamda imanın dışa yansımasıdır. Allah Teâlâ’nın, “Muhakkak ki namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar.” buyurduğu üzere, hakkıyla yerine getirilen ibadetler kişiyi kötülüklerden alıkoyar. Dolayısıyla kişi, ibadetine devam ettiği hâlde ahlâka aykırı davranışlar sergiliyorsa dinin özünü anlamamış, Allah’a kulluk görevlerini de yerli yerince yapmamış demektir.

                İnsanoğlu, dünyada iflas etmekten korktuğundan daha fazla, kıyamet günü müflis olmaktan korkmalı ve kaçınmalıdır. Maddî anlamda iflasın getireceği sıkıntıları düşündüğü gibi, mânevî anlamda iflasın getireceği kalıcı elem ve azabı da düşünmelidir. Allah Teâlâ’nın kimseye zerre kadar haksızlık etmeyeceği o günde iflasa sürüklenmemek için dünyada iken hayatını tanzim etmeli, Müslüman olmanın bilinciyle yaşamalıdır. Zira gerçek müflis, kıyamet günü iflas edendir.

 

                KAYNAK : HADİSLERLE İSLAM

YAZARLAR