Sevgili Peygamberimiz, Abdullah b. Ömer, Sa'd b. Ebû Vakkâs ve Abdullah b. Mes'ûd'un da içinde bulunduğu sahâbîlerle birlikte oturuyordu. O esnada Medineli Müslümanlardan biri içeri girip selâm verdi ve geri döndü. Allah Resûlü (sav) ona seslendi: “Ensarın kardeşi! Kardeşim Sa'd b. Ubâde nasıl?” Medineli zât, “İyi!” dedi. Bunun üzerine Rahmet Elçisi yanındakilere dönerek, “Aranızdan kim onu ziyaret edecek?” diye sordu ve ayağa kalktı. Hz. Peygamber'le birlikte ayağa kalkan Abdullah b. Ömer bundan sonraki gelişmeleri şöyle anlatmaktadır: “On küsur kişiydik. Üstümüzde başımızda ayakkabı, mest, takke ve gömlek de yoktu. Bu çorak toprakta yürüyerek hasta olan Sa'd b. Ubâde'nin evine vardık. Başına toplanan yakınları hemen etrafından çekildiler. Resûlullah ve beraberindekiler yanına yaklaştı. Sa'd'ın etrafındaki kalabalığı gören Allah Resûlü, 'Allah'ın (ölüm) hükmü gerçekleşti mi/emr-i hak vaki oldu mu?' diye sordu. 'Hayır, ey Allah'ın Resûlü.' dediler. Allah Resûlü (sav) ağlamaya başladı. Resûlullah'ın ağladığını gören sahâbîler de ağladılar. Bunun üzerine, 'İşitmiyor musunuz? Allah gözyaşından ve kalbin hüzünlenmesinden dolayı kimseye azap etmez. Ancak —diline işaret ederek— işte bundan dolayı azap eder veya merhamet eder.' buyurdu.” (Müslim, Cenâiz, 12)
Ashâbına düşkün olan Allah Resûlü'ne onların sıkıntıya düşmeleri çok ağır gelirdi. Hüzünlerini ve sevinçlerini onlarla paylaşır, hatta tüm Müslümanların paylaşmalarını sağlayacak yollar arardı. Nitekim ızdıraplı hâlini gördüğünde Sa'd b. Ubâde için ağlayan Allah Resûlü, Hendek Savaşı'nda yaralanan Sa'd b. Muâz için de mescidin içinde bir çadır kurulmasını emretmiş, onu sık sık ziyaret ederek kendisiyle yakından ilgilenmişti. Ancak bütün çabalara rağmen kan kaybına dayanamayan Sa'd vefat etmişti.
Hastalığında ziyaret edilmeyi müminin mümin üzerindeki haklarından biri olarak nitelendiren Hz. Peygamber, şiddetli veya hafif oluşuna bakmaksızın ashâbından hasta olanları ziyarete gitmiştir. Hatta rahatsızlığının uzun sürmesi durumunda onları tekrar tekrar ziyaret etmiştir. Meselâ ağır hasta olan Câbir b. Abdullah'ı evinde ziyarete gitmiş, kendinden geçmiş bir vaziyette bulduğu Câbir'i daha sonra Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'le birlikte tekrar ziyaret etmiştir.
Ashâbını ziyaret konusunda son derece duyarlı olan Rahmet Elçisi, münafıkların reisi Abdullah b. Übeyy'i bile hastalandığında ziyaret etmiştir.
Kendisine hizmet eden Yahudi bir ailenin çocuğunu evinde ziyarete gitmesi, hatta bu ziyaretinde onu İslâm'a girmeye teşvik etmesi son derece dikkat çekicidir. Hasta çocuk, hatırını sormaya gelen bu değerli misafirin teklifini geri çevirmemiş ve babasının da onaylaması ile şehâdet getirmiştir. Bu manzara karşısında Resûlullah, sevinç içinde Allah'a şükretmiştir.
Çevresindeki hastalarla yakından ilgilenmek suretiyle ümmetine örnek olan Sevgili Peygam berimiz, ashâbından da hastaları ziyaret etmelerini istemiştir. Onun, “Aç olanı doyurun, hastayı ziyaret edin, esiri hürriyetine kavuşturun.” (Buhâ-rî, Merdâ, 4) şeklindeki isteği, bireysel huzuru, toplumsal dayanışmayı, daha da önemlisi insan onurunu korumaya yönelik bir yönlendirme olarak görülmelidir. Erkeklerin yanında kadınların da iştirak ettiği bu ziyaretler için Sevgili Peygamberimiz, “Kim güzelce abdest alır ve sevabını Allah'tan umarak (hasta olan) Müslüman kardeşini ziyaret ederse, yürünerek yetmiş yılda kat edilecek bir mesafe kadar cehennemden uzaklaştırılır.”(Ebû Dâvûd, Cenâiz, 3) müjdesini vermiştir. Hatta hasta ziyaretinde bulunan kimseye bir meleğin, “Güzel bir ömür sür. Attığın adımlar hayırlı olsun. Cennetteki yerine hazırlan.” diye seslendiğini beyan etmiştir.(Tirmizî, Birr, 64)
Kutlu Nebî, hastayı yoklayıp hatırını sormanın ne derece önemli olduğunu anlatırken, Yüce Rabbimizin bu davranışı kendine yapılmış bir ziyaret olarak kabul ettiğini belirtmektedir. Bu bağlam da, âhiret gününde kul ile Rabbi arasındaki hasta ziyaretinin ne anlama geldiğini öğreten karşılıklı bir konuşmayı Hz. Peygamber şu şekilde aktarmaktadır: “Allah Teâlâ kıyamet günü, 'Ey âdemoğlu! Ben hasta oldum da sen beni ziyarete gelmedin!' diyerek kuluna sitem eder. Buna şaşıran insan, 'Yâ Rabbi! Sen âlemlerin Rabbisin. Ben seni nasıl ziyaret edebilirdim ki?' der. Hak Teâlâ, 'Bilmiyor muydun? Falan kulum hasta oldu ama sen onu ziyarete gelmedin. Ziyaret etseydin, beni onun yanında bulacağını bilmiyor muydun?' buyurur.”(Müslim, Birr, 43)
Sevgili Peygamberimiz, “Bir kimse hastayı ziyaret ettiğinde rahmetin içine dalar; onun yanında oturunca da rahmet onun gönlüne yerleşir.”(Muvatta’, Ayn, 7) buyurmak suretiyle hasta ziyaretlerinde uğrayıp geçmek yerine hastanın yanında bir miktar kalmayı tavsiye etmektedir. Bu sözleriyle Hz. Peygamber, ziyaretin gerekliliğiyle birlikte ziyaret âdâbını da öğretmektedir. Yine Peygamber Efendimizin ifade buyurduğuna göre, ziyaretçi, ziyaretten dönünceye kadar cennet hurmalıklarındadır. Böyle bir müjde elbette âdâbına uygun olarak yapılacak hasta ziyareti konusunda Müslümanları özendirmektedir.
Rahmân olan Rabbimizin, hasta ziyaretini kendisini ziyaret olarak nitelemesi ise konuya farklı bir anlam yüklemektedir. Bununla birlikte hastanın ve hastalığının özel durumunu dikkate alarak, ziyareti rahatsız edecek kadar uzatmamak ya da onun hüznünü artıracak birtakım sorularla onu rahatsız etmemek gerekir. Ayrıca ziya ret esnasında etrafı gözetlemek, hastanın veya ailesinin özel hâllerini araştırmak ise çok çirkin bir davranıştır. Nitekim biriyle hasta ziyaretine giden Abdullah b. Mes'ûd, eve girdiklerinde yanındaki adamın sağı solu gözetlemeye başladığını fark edince, “İki gözün çıksaydı, senin için (bu yaptığından) daha hayırlı olurdu.” diyerek tepkisini ortaya koymuştur.
Hastaların yanına geldiğinde, şifa vermesi için Allah'a dua eden Hz. Peygamber, “Her kim eceli gelmemiş olan bir hastayı ziyaret eder de onun yanında iken yedi defa, 'Büyük arşın Rabbi Yüce Allah'tan sana şifa vermesini dilerim.' diye dua ederse, Allah o hastaya afiyet ihsan eder.”(Ebû Dâvûd, Cenâiz, 8) ifadesiyle, duanın hastaya olan faydasına dikkat çekmiştir. Nitekim kendisi de ziyaret ettiği hasta için Allah'a, “Ey insanların Rabbi! Hastalığın sıkıntısını gider! Ona şifa ver, şifa veren sensin. Senin vereceğin şifadan başka şifa yoktur. Öyle bir şifa ver ki ardında hiç hastalık izi bırakmasın!” (Müslim, Selâm, 47) diyerek dua etmiştir. Hz. Peygamber'i örnek alan ashâbı kirâm da ziyaretlerinde hastaya dua etmeyi ihmal etmemişlerdir.
KAYNAK: HADİSLERLE İSLAM
