Vaiz Muharrem DEMİR


FİRAVUN, HAMAN ve KARUN: Tevhidin Amansız Üç Düşmanı-3


               Bu plânlar, harfiyen yerine getirilirken Yüce Allah, sınırsız merhametinin göstergesi olarak Firavun ve adamlarına hâlâ hakikati hatırlatan aracılar göndermekte, hatırlatmalarda bulunmakta, ders alınacak ibret manzaraları göstermektedir. Nitekim Firavun'un yakın çevresinden olmakla beraber Musa'ya iman eden ancak bu durumunu gizleyen bir adam, kralın aklına ve sağduyusuna hitap etmeye çalışır: “Rabbim Allah'tır dediği için bir adamı öldürecek misiniz? Halbuki o, size Rabbinizden apaçık mucizeler getirdi. Eğer yalancı ise yalanı kendi aleyhinedir. Eğer doğru söylüyorsa, sizi tehdit ettiği şeylerin bir kısmı başınıza gelecektir. Şüphesiz Allah, aşırı giden, yalancılık eden kimseyi doğru yola eriştirmez.” (Mü’min, 40/28)

               Ancak Firavun'un küfür oku yaydan çıkmıştır. Şüphe ve tehlike altındaki ilâhlık iddiasını kanıtlama çabasındadır. Bu nedenle Musa'nın bahsettiği ilâha meydan okumaya karar verir. Başrahip Hâmân'a döner ve der ki “...Ey Hâmân! Benim için bir ateş yakıp tuğla pişir de bana bir kule yap! Belki Musa'nın ilâhına çıkar bakarım(!) Şüphesiz ben, onun mutlaka yalancılardan olduğunu sanıyorum.” (Kasas, 28/38)

               Rivayetlere göre Hâmân, Firavun'un emrini zevkle yerine getirir ve böyle bir kule inşa eder. Zira Musa'nın yalan söylediği ispat edilebilirse her şeyden önce kendi yerini ve mevkiini sağlamlaştıracaktır. Nitekim Firavun bu kuleye çıkar ve gökyüzüne doğru ok atar. Bu tavrıyla, “Benim ilâhlığım karşısında başka bir ilâhın sözü mü olur? Musa yalan söylüyor; benden başka ilâh yoktur! Hem böyle bir varlık, gökyüzünde bile olsa onunla mücadele edebilir, ona ok atabilirim!” demek istemektedir. Sözlerine devamla son noktayı koyar ve kastını açıkça ifade eder: “Ey ileri gelenler! Sizin benden başka bir ilâhınız olduğunu bilmiyorum...” (Kasas, 28/38) “Ben, sizin en Yüce Rabbinizim!” (Nâziât, 79/24) “Ey kavmim! Mısır hükümdarlığı benim değil mi? Şu nehirler de benim altımdan akıyor (değil mi?) Hâlâ görmüyor musunuz?” (Zuhruf, 43/51)

               Ancak Allah Teâlâ'nın, onun ve destekçilerinin bu tavrına getirdiği yorum açıktır: “O ve askerleri yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve gerçekten bize döndürülmeyeceklerini sandılar.” (Kasas, 28/39)

               Bu açık inat ve küfre rağmen Allah, Firavun ve adamları düşünüp ibret alsınlar diye yıllar süren kıtlık ve kuraklıklar gönderir. Fakat en ufak olumlu durumu, “Bu bizimdir, biz çalışıp kazandık!” şeklinde yorumlayan bu insanlar, felâketleri Musa ve taraftarlarının uğursuzluğuna bağlamışlardır. Bu felâketlerin bir ders olduğu hatırlatılınca da, “Bizi büyülemek için her ne getirirsen getir, biz sana inanacak değiliz.” derler. Bu basiretsizlik, inat ve kibir karşısında Allah daha ağır dersler verir. Tufan gönderir; onları çekirge, haşere ve kurbağa istilâsına maruz bırakır; sularına kan karıştırır. Her felâkette Musa'ya başvurur, bu sorunların ortadan kaldırılması için dua etmesini isterler. Eğer bu azap biterse hidayete ereceklerini söyler, İsrâiloğulları'nı serbest bırakacaklarını vaad ederler. Ancak Musa'nın duası doğrultusunda azap kaldırılınca yine sözlerinden döner, yeminlerini bozarlar.

               Bu inkâr, kibir ve inat, Hz. Musa ve ona inananlara zulüm ve işkence şeklinde yansıyordu. Ancak Allah Teâlâ, imanlarının olgunlaşması için onlara evler yaparak buralarda ibadet etmelerini emrediyor ve inananları cennetle müjdeliyordu. Sabır ve ibadet... Allah, çeşitli zorluklara veya imanlarından dolayı işkenceye maruz kalan taraftarlarına hep bu öğüdü vermişti: “Ey iman edenler! Sabrederek ve namaz kılarak Allah'tan yardım dileyin. Şüphe yok ki Allah, sabredenlerle beraberdir.” (Bakara, 2/153) İşte şimdi bu emrin muhatabı, Musa ve taraftarlarıydı. Hz. Peygamber'in de bir hadislerinde namaza devam etmeyenlerin kıyamet gününde Kârûn, Firavun, Hâmân ve azılı bir müşrik olan Übey b. Halef'le birlikte olacağını zikretmesi oldukça manidardır.

               Sonunda Hz. Musa ve ona inananların beklediği müjde gelir. Allah, elçisine seslenmektedir: “Kullarımı geceleyin yola çıkar. Yakalanmaktan korkmaksızın, endişe etmeksizin onlara denizde kuru bir yol aç!” (Tâ-Hâ, 20/77) “... Muhakkak ki takip edileceksiniz.” (Şuarâ, 26/52)

Hz. Musa ve İsrâiloğulları'nın geceleyin yola çıktığını duyan Firavun, kendine isyan eden bu insanları toptan yok edebilmek amacıyla güneş doğar ken peşlerine düşer. Hızla yol alan Firavun ordusu çok geçmeden kafileye yetişir. Aralarındaki mesafe hızla kapanmaktadır. Önlerine çıkan deniz de İsrâiloğulları'nı oldukça endişelendirmiştir. Tam, “Eyvah yakalandık!” diye düşündükleri anda Hz. Musa, “Rabbim benimle beraberdir.” diye imanını ve tevekkülünü tekrar dile getirir. İşte tam bu sırada Allah Teâlâ, elçisine kurtuluş çaresini gösterir, “Asân ile denize vur!” (Şuarâ, 26/60-63)

               Suyun tam ortasında Allah'ın vaad ettiği gibi kuru bir yol ortaya çıkar. Musa ve taraftarları bu kurtuluş yoluna girerler. Firavun ve ordusu da onları izler. Son İsrâiloğlu karşı kıyıya, toprağa ayak bastığında, son Firavun askeri de denizin ortasındaki bu mucize yola girmiş durumdadır. İşte tam bu anda Allah'ın emriyle deniz eski hâline döner ve dalgalar, Firavun ve askerlerinin başı üzerinden tekrar birbirine kavuşur.

               Musa ve inananları, kurtuluş sevincini yaşarken her tarafını saran suya karşı son mücadelesini vermekte olan Firavun, birdenbire kendisini bir iç hesaplaşmanın içinde bulur. Kendini kınayıp durmaktadır. Gönlünü ve aklını uzun yıllar önce küfür ve zulüm denizinde boğduğunu fark eder. Kendisini bu denizden kurtaracak rehber yine sudan, Nil'den gelmiştir. Uzun süre yanında, sarayında yaşamış, sonra ayrılmış ama geri dönmüş, ısrarla ve korkusuzca hakikate çağırmıştır. Bütün bunlara karşı o, gözlerini kapamış, kulaklarını tıkamıştır.

               Süre bitmiştir. Hesaplaşma da... Kararını verir ve ciğerlerindeki son nefesle haykırır: “İsrâiloğulları'nın iman ettiğinden başka hiçbir ilâh olmadığına inandım. Ben de Müslümanlardanım.” (Yûnus, 10/90) Hadis kaynaklarımızda bu sahne anlatılırken iman etmesinden dolayı Firavun'a rahmetin  ulaşmasından korktuğu  için Cebrail'in, Firavun'un ağzına çamur tıkadığına dair bazı rivayetler yer almaktadır. Firavun'un durumu âyetlerde ise şu şekilde bildirilmiştir: “Şimdi mi?! Oysa daha önce isyan etmiş ve bozgunculardan olmuştun. Biz de bugün bedenini, arkandan geleceklere ibret olman için kurtaracağız. Çünkü insanlardan birçoğu âyetlerimizden gerçekten habersizdir.” (Yûnus, 10/91-92)

               Artık sıkıntı ve işkence çekecek olanlar, Firavun ve adamlarıdır. Ancak ilâhî azap, asla insanoğlunun elinden çıkana benzemez: “Öyle bir ateş ki onlar sabah akşam ona sunulurlar. Kıyametin kopacağı günde de, 'Firavun ailesini azabın en şiddetlisine sokun.' denilecektir. Ateşin içinde birbirleriyle tartışırlarken, zayıf olanlar, büyüklük taslayanlara, 'Biz size uymuş kimselerdik. Şimdi şu ateşin bir kısmını üzerimizden kaldırabilir misiniz?' derler. Büyüklük taslayanlar ise şöyle derler: 'Biz hepimiz ateşin içindeyiz. Şüphesiz Allah, kullar arasında (böyle) hüküm vermiştir.'” (Mü’min, 40/46-48)

               KAYNAK : HADİSLERLE İSLAM

YAZARLAR