Başlığa bakıp, tehlikeli sularda yüzdüğümü düşünüyorsunuzdur şimdi. Evlilik ve katlanmak kelimelerini hem yan yana kullanacağız hem de risk almayacağız, bu elbette mümkün değil! Ama biz böyle yazıları yazmaya ehil olacak kadar uzun bir evliliğe de sahibiz. Evlenecek çocuklarımız hali hazırda varken, gecikmiş bir evlilik dolayısıyla torun tombalak sahibi olmayı da geciktirmiş bir kişiyken, ufaktan, bırakın da zülfüyâra dokunalım.
Melih Cevdet'e sormuşlar "evlilik nedir?" diye. “Eskiden” demiş, “Kız tarafının ve oğlan tarafının ailesi bir araya gelir, yeni çiftin kuracağı yuva için beraber hazırlık yapılır, beraberce yeni ev düzülürdü. Tabii o zamanlar evler genelde bahçe içinde müstakil evlerdi. O yüzden buna 'evlenmek' denirdi. Şimdi ise yeni evliler apartman dairelerinde yani katlarda oturuyorlar, bu yüzden artık evlilik 'katlanmaktır'...” diye cevap vermiş.
Madem katlanmak geçti, tarihi bir örnek ile gerçek katlanmak nasıl oluyormuş bir bakalım. Tarihe mal olmuş birisinden;
"Ben çocukken, annem bizim için yemek pişirirdi. Uzun bir iş gününün ardın-dan bir gece yine yemek yapmıştı annem, babamın önüne bir tabak 'sabzi’ (taze otların ve kurutulmuş limonların sığır eti ve kırmızı fasulye ile yavaş pişirilmesiyle elde edilen benzersiz ve karmaşık bir lezzet profiline sahip zengin bir sığır eti yahnisi) ve aşırı yanmış roti (yuvarlak bir yassı ekmek) koydu.
Yanmış rotiyi fark eden var mı diye bekliyordum. Ama babam rotisini yedi ve okuldaki günümün nasıl geçtiğini sordu. O gece ona ne söylediğimi hatırlamıyorum, ama annemin yanmış roti için babamdan özür dilediğini duyduğumu hatırlı-yorum. Babamın şu sözünü asla unutmayacağım: "Tatlım, yanmış rotiyi seviyorum."
O gecenin ilerleyen saatlerinde babamı öpmeye gittim, iyi geceler dedim ve ona yanmış rotisini gerçekten beğenip beğenmediğini sordum. Beni kollarına sardı ve şöyle dedi: "Annen bugün uzun ve zor bir gün geçirdi ve gerçekten yorgundu herhalde." dedi
.
Ve ayrıca; “yanmış bir roti kimseyi incitmez, kimseye zarar vermez ama kırıcı sözler insana zarar verebilir." dedi ve devam etti.
"Biliyorsun oğlum; hayat kusurlu şeylerle doludur ve kusurlu insanlarla."
"Ben en iyi değilim, hayatın mükemmel olamayacağını ve insanlarında her zaman iyi olamayacağını kabul etmeyi öğrendim."
"Yıllar boyunca öğrendiğim şey: birbirlerinin hatalarını kabul etmek ve İlişkileri kurtarmayı seçmek."
İşte Hindistan Cumhurbaşkanı: Dr. Abdul Kalam'a babasından kalan bir miras. Dr.Abdul Kalam aynı zamanda Uzay Bilimi ve Hindistan Teknoloji Enstitüsü Profesörüdür.
Burada babanın sadece küçük bir fedakârlığı anlatılmış. Fakat aslolan babanın iyi bir örneklik oluşturması. Çünkü huysuzluk yapıp hatasını yüzüne vursa çocuklarda büyük bir incinme oluşturmaz mı idi?
Toplumu az ya da çok inceleyen ve üzerinde düşünen herkes görür ki; kadınların yaptığı fedakârlıklar erkeklerinkinden kesinlikle daha fazladır. Özellikle çocuk sahibi olma ve çocuklu iş hayatında mücadele etme hiç de yabana atılacak bir fedakârlık değildir. Ev hanımlığı da deyip geçmeyin; hele eski zamanlarda işte çalışmaktan inanın daha zordu.
Kadınlara gereken değeri verdikten sonra psikolojik olarak erkeklerin fedakârlığı da önemli bence. Birçok espirisi yapılıyor kadın dırdırları hakkında ama hepsinden haberdar olmalarına rağmen müdavimi olmaları, yaradılışları gereğidir diye düşündürüyor beni. Yanlış anlamayın ben muhatap olduğum için bulunmuyorum bu tespitte, öyle duyuyoruz çevremizden. Biraz yu-muşattığımıza göre havayı, sosyal medyadan bir alıntı ile devam edelim.
- Bir adam karısına arabasının kapısını tutuyorsa emin olabilirsiniz. Ya arabası yenidir ya da karısı!..
- Bir genç babasına sorar; ''Baba evlenmek kaça mal olur?'' Baba cevap verir: ''Bilmiyorum oğlum, ben hâlâ ödüyorum.''
- Günümüzde evlilik döngüsü; açılış, saygı duruşu, cicim ayı, geçim ayı, trip ayı, didişme ayı, kavga ayı, ayı oğlu ayı ve kapanış.
- Bir kavgadan sonra kadın kocasına bağırır: ''Seninle evlendiğimde tam bir aptalmışım.” Adam cevap verir: ''Evet âşıktım, fark edemedim.''
-Evliliğin ilk yılında adam konuşur kadın dinler, ikinci yılında kadın konuşur adam dinler, üçüncü yılında her ikisi de konuşur, komşular dinler.
- Delikanlı sorar: “Evlilik güzel midir dede?” “Güzeldir oğul, karın dert ortağın olur.” “İyi de benim derdim yok ki dede.” “Evlenince, o da olur!..”
- Erkek, karısının söylemediği her sözcüğü anladığı andan itibaren gerçekten evlidir...
- Eğer haksızsanız ve susuyorsanız bilgesiniz. Eğer haklıysanız ve susuyorsanız evlisiniz!
- Fadime Temel'e seslenir: “Temel şu kuzuyu kes de sana akşama nefis yemekler yapayum”
“Niçun?” diye soran Temel’e Fadime öfkelenir: “Evliliğimizin onuncu yılı daaa…” Temel umursamaz tavırla reddeder: “Benim hatamı kuzu niye çeksin?!.”
- Eğer bekârsan her yerde mutlu çiftler görürsün. Eğer evliysen her yerde mutlu bekârlar görürsün...
- Evlenmeden önce gözünüzü dört açın evlendikten sonra yarısını kapayın!..
- Evlilik fırtınalı bir denizse, bekârlık da bulanık bir bataklıktır.
-Mutlu evlilik kısa gibi gelen uzun bir konuşmaya benzer.
Yaşlı çifte sorarlar:
-T am 65 yıl.. Bunca sene, nasıl evli kaldınız? Yaşlı çift cevap verir:
- Bizim zamanımızda kırılan şeyler tamir edilirdi, şimdiki gibi hemen çöpe atılmazdı...
Bunca olumsuz anekdottan sonra önceki yazılarıma bakıp tutarsızlık görenlere cevabım hazır: bekâr insanlar hayatları boyunca tatlı yiyen kişiler olurlar ve istisnalar hariç herkes eninde sonunda evlenecektir. Ben bu yazımla güya evliliğe teşvik edecektim. Ama ister katlanarak (binanın katını kastettim) ile evlene-cektir ister evlenerek ( müstakil ev anlamında) çoğunluğumuz illaki evlenecektir. Askerlik yapmak, sünnet olmak ya da yaşlanmak kadar normal olan şey bu. Ey bekârlar, gelin bu tuz bibere geç kalmayın. İster gelin olarak gelin ister damat olarak gelin ama gelin nikâh dairesine !