MCBÜ Demirci Eğitim Fakültesi Öğr. Gör. Şaban ÇETİN


Eski tadı kalmış mı…


Geçenlerde bir grup arkadaşla Latmos’un olağanüstü coğrafyasında bir kültür yürüyüşü gerçekleştirdik. Doğayla birlikte tarihin derinliklerine de adım attık.
Latmos – ya da bilinen diğer adıyla Beşparmak / Batı Menteşe Dağları – Milas Ovası, Büyük Menderes ve Çine Çayı arasında uzanan benzersiz bir coğrafya. Antik çağda Karya’nın iç kesimlerinde, beylikler dönemindeyse Menteşe topraklarında yer almış bu kadim bölge; birçok uygarlığa ev sahipliği yapmış, onların izlerini bir noter gibi günümüze kadar muhafaza etmiş.
Bu vesileyle daha önce de birkaç kez ziyaret ettiğim bu eşsiz yurt köşesine dair izlenimlerimi paylaşmak istiyorum.

Bir Hatıra: Euramos’ta 
Milet ile Mylas’ı birbirine bağlayan antik yol üzerindeyim. Rotam, kıyıyı iç bölgelere taşıyan tarihî damarlar boyunca uzanıyor.
Euramos Antik Kenti’ne vardım. Kartımı okutup, Anadolu’nun en iyi korunmuş Zeus Lepsynos Tapınağı’na yöneldim. Girişte bir tel örgü, restorasyon çalışmaları nedeniyle ziyaretçilere kapalı olduğunu gösteriyordu.
İçeride, zeytin ağacının gölgesine uzanmış biri vardı. Bekçi mi, işçi mi, akademisyen mi bilemedim. Arkeolojik kazılarda profesörle işçiyi ayırt etmek bazen imkânsız olur.

Selam verdim.
“Ne yapıyorsunuz burada?” diye sordum.
“Arşitravları kendi yerlerine yerleştiriyoruz.”
Akademisyen olduğu belliydi artık. Sonradan öğrendim ki kazı başkanı Doç. Dr. Abuzer. Kızıl’mış
“Korint başlıklı yapının büyük kısmı çok iyi korunmuş,” dedim. “Neredeyse tamamen gün yüzüne çıkmış.”
“Evet,” dedi. “Tüm parçaları toprak altından çıkardık, numaraladık ve sergiledik. Sırayla arşitravları sütunların üzerine yerleştiriyoruz. Eksikleri onarıyoruz. Ay-rıca sütunlar üzerindeki yazıtlarda antik çağın bağış sistemine dair bilgiler yer alıyor. Sponsorluk burada başlamış diyebiliriz. Tiyat-royu da restore ediyoruz. Hede- fimiz Euramos’u UNESCO’nun asıl koruma listesine aldırmak. Hem destek sağlanır, hem de dünya çapında tanınırlık kazanılır.”
Tiyatroyu da ziyaret ettim. 2500 kişilik kapasitesiyle oldukça etkileyici. Oturma sıraları vinçle yerleştiriliyordu, orkestra alanı ortaya çıkarılmıştı.
Sonra agora, hamam, sur kalıntıları ve kuleleri gezerek kentten ayrıldım.

Latmos’un Sırları
Üzerinde kültür yürüyüşü yaptığımız Latmos Dağı da Euramos gibi antik yollarla birbirine bağlanan pek çok antik yerleşimlere ev sahipliği yapıyor. Paleolitik dönemden kalma kaya resimleri, inziva hayatının izlerini taşıyan manastırlar, binlerce yıllık sessiz tanıklar olarak hâlâ ayakta.
Boğazdan yağ gibi akan pınar suları, sakin köyleri, rüya gibi kaya silüetleri… İnsan bir kez gördüğünde tekrar gelmenin hayalini kuruyor. Burası, doğanın ve tarihin özgeçmişi hakkında sayfalar dolusu bilgi sunan bir açık hava müzesi.
Ne var ki, tüm bu güzellikleri özgürce yaşamak artık pek kolay değil.

Maden ve taş ocakları yalnızca ekolojik dengeyi değil, bölgenin tarihî ve doğal varlıklarını da tehdit ediyor. Kamyonlar yolları işgal etmiş durumda. Küçük bir araçla yol alırken adeta hayatta kalmaya çalışıyorsunuz. Dğer canlılar gibi, küçük araçlara da hayat hakkı tanımıyorlar.
Bir Pınar, Bir Hafıza
Yıllar önce Alinda-Mylas yolu üzerindeki Labaranda’yı gezerken, zirve altında ikiye ayrılmış dev bir kayanın arasından akan pınardan kana kana içmiş, büyülenmiştim.
Benzer birçok kaynak hâlâ özgürce akıyor: köylere, arılara, ça-yırlara, çiçeklere can veriyor. İşte bu yüzden antik çağda bu bölgeler kutsal sayılır, kimse ilişemezdi. Bu, doğal bir koruma sistemiydi.
Ama şimdi kimsenin kutsalı kalmamış.
Küresel ısınma yüzünden azalan su kaynakları, bir de rant uğruna yok edilirse, hepimizi bekleyen büyük felaketler var.

Garip zamanlarda
yaşıyoruz…
Kimileri tamirci, kimileri tahripçi.
Turizm haftalarında güzel laflar çokça söyleniyor ama sadece gün kurtarılıyor.
Asıl Soru:
“Turizmin nesnesi olan doğa ve tarih, bu tür saldırılardan ne zaman ve nasıl kurtulacak?”
Arılar mutsuz, çam fıstıkları küsmüş, karabaşlar solgun…
Dönüşte Labaranda’dan bir damacana su aldım.
Eski tadı kalmış mı, baka-cağım.

YAZARLAR