Basri GÜLER- Emekli Öğretmen


EMİNE İLE HASİBENİN DOSTLUĞU


Okulumuz, üç yüz doksan öğrencisi ve kırk öğretmeniyle, tipik bir Anadolu okulunun canlılığını taşırdı. Bir müdür yardımcısı, bir memur ve dört hizmetlimizle, her gün aynı ritimde işleyen bir çarkın içindeydik. Ancak bu çarkın içinde, benim de gözüme takılan, kalbimi burkan bir detay vardı: Taşımalı sistemle gelen öğrencilerimizden Hasibe. Ayağından engelliydi Hasibe. Yürüdüğünü söylesem yalan olmazdı, sürükleniyordu sanki. Her adımında zorluk, her nefesinde bir hırıltı saklıydı. Merdivenler onun için Everest, koridorlar aşılamaz bir çöldü. Ama Hasibe'nin bir gölgesi vardı, adı Emine.

Emine, Hasibe'yle ayrı köyden, ayrı servis aracıyla gelirdi okula. Sanki birbirlerinin ikizi, ayrılmaz bir bütün gibiydiler. Hasibe nereye gitmek istese, Emine de oradaydı. Tuvalete mi gidecek Hasibe, Emine kolunda. Bahçeye mi çıkacak, Emine yanı başında. Teneffüs zili çaldığında, diğer çocuklar dört bir yana koşuşurken, Hasibe ve Emine, ağır adımlarla, yavaşça ilerlerlerdi. Hatta bu yüzden derse geç kaldıkları bile olurdu bazen. Öğretmenler Hasibe'ye bir şey demezdi, çünkü biliniyordu engelli olduğu. Ama Emine'ye kızarlardı: "Sen niye geç geliyorsun, Emine?"

Bir gün, öğretmenlerden biri yanıma geldi, yüzünde bıkkın bir ifadeyle. "Hocam," dedi, "şu Emine, Hasibe'ye takılıp duruyor, sürekli derse geç kalıyor." İçimde bir şimşek çaktı. Emine'nin bu kadar fedakar olduğunu biliyordum ama sürekli derse geç kalması da bir sorundu. "Ben bir konuşayım Emine'yle," dedim. Merak ediyordum, bu küçücük bedende nasıl bir olgunluk, nasıl bir vefa gizliydi?

Emine'yi çağırdım. Minik adımlarla, ama dimdik bir duruşla odama girdi. "Buyur müdürüm," dedi, sesi titremese de gözlerinde hafif bir endişe vardı. "Emine," dedim, "duyduğuma göre sürekli Hasibe ile gezerken derse geç kalıyormuşsun." Gözlerini kaçırmadı, bana baktı. "Evet müdürüm, geç kalıyorum," dedi. Sesi o kadar netti ki, şaşırdım. "Cezam neyse çekerim. Ama Hasibe'yi asla bırakmam."
O an, içimden bir şeyler koptu. Bu küçücük kızın söyledikleri, sıradan bir öğrencinin mazereti değildi. Bu, kalbinin derinliklerinden gelen bir haykırıştı. "Çünkü o tuvalete gidince yardım gerekiyor," diye devam etti. "Bahçeye çıkınca yardım gerekiyor. Biri ona koltuk değneği olmalı. O da benim işte." Kelimeler birer ok gibi saplanıyordu kalbime. Emine'nin gözlerinde gördüğüm şey, sadece bir arkadaşlık değil, bir yaşam mücadelesinin sessiz tanıklığıydı. "Ben onun ne kadar zorluk çektiğini görüyorum," dedi. "Onu asla yalnız bırakamam."

    Sanki o an, Emine sadece Hasibe için değil, tüm engelli bireyler için konuşuyordu. "Başkaları görmeyebilir ama biri mutlaka engelli arkadaşlarımızı görmeli ve onları topluma kazandırmalı," dedi. Bu cümleler, bir çocuğun ağzından çıkan bilge sözlerdi. "Bak müdürüm, bu kadar öğretmen var, bu kadar öğrenci var. Kimse onun yanında değil. Sadece acıyorlar. Bu yetmiyor, acıma. Bir de onunla bir olmak, onunla beraber yaşamak gerekir, öyle değil mi?"

Sustum. Boğazım düğümlenmişti. Emine, minicik yüreğiyle, hepimizin göremediği, kaçındığı bir gerçeği yüzüme vurmuştu. Onun sözleri, benim de, öğretmenlerin de, hatta tüm okulun da aynasıydı. Hasibe'nin gözlerinde parıldayan o sevinç ışıltısının nedenini şimdi daha iyi anlıyordum. Emine, Hasibe'nin sadece arkadaşı değil, onun kanatlarıydı.

    Emine'yle yaptığım bu konuşma, okuldaki atmosferde ince bir dalgalanma yarattı. O gün Emine'nin derse geç kalma konusundaki kaydını düştüm ama ona bir ceza vermedim. Onun bu samimi ve olgun tavrını diğer öğretmenlerle paylaştım. İlk başta bazıları şaşırdı, bazıları ise "Çocuk işte, abartıyor" dedi. Ancak Emine'nin sözlerinin ağırlığı, yavaş yavaş herkesin vicdanına dokunmaya başladı.

Öğretmenler, Hasibe'nin durumuna daha dikkatli bakmaya başladılar. Teneffüslerde Hasibe'nin Emine olmadan ne kadar yalnız kaldığını fark ettiler. Koridorda sendelerken, merdivenlerde zorlanırken, kimsenin ona yardım elini uzatmadığını gördüler. Empati, yavaş yavaş bir tohum gibi ekiliyordu yüreklerine. Sadece Emine'nin değil, Hasibe'nin de yalnızlığı gözler önüne serilmişti.

Öğrenciler arasında da fısıltılar dolaşmaya başladı. "Emine haklıymış," diyenler oldu. "Biz neden Hasibe'yi hiç fark etmedik?" diyenler... Özellikle kız öğrenciler, teneffüslerde Hasibe'ye daha sık yaklaşmaya başladılar. İlk başlarda utangaçça, sonra daha cesurca.

Hasibe'ye nasıl yardımcı olabileceklerini düşünmeye başladılar. Engellilik, artık sadece Hasibe'nin sorunu değil, tüm okulun sorumluluğu haline geliyordu. Bir hafta sonra, okulun bahçesinde küçük bir değişim fark ettim. Eskiden Hasibe ve Emine'nin birlikte oturduğu bankın etrafında birkaç öğrenci daha vardı. Gülen yüzler, samimi sohbetler... Hasibe'nin yüzünde daha önce hiç görmediğim bir tebessüm vardı. Bu tebessüm, Emine'nin diktiği tohumların filizlendiğinin ilk işaretiydi.

Emine'nin cesur duruşu, bir kıvılcım gibi parladı ve okulu aydınlattı. Bir gün, birkaç öğrenci yanıma geldi. "Müdürüm," dediler, "Hasibe'ye yardım etmek istiyoruz. Teneffüslerde, merdivenlerde... Ona göz kulak olmak istiyoruz." Gözlerim doldu. Emine'nin tek başına sırtlandığı bu yük, artık paylaşılıyordu. Okulda gönüllü "Kanatlar" grubu oluşturduk. Her gün iki öğrenci, teneffüslerde ve ders geçişlerinde Hasibe'ye eşlik etme görevi üstlendi. Bu görev, bir ayrıcalık gibi algılanmaya başlandı.
Hasibe'nin hayatı değişmeye başladı. Artık tuvalete giderken tek başına değildi, bahçede oynarken yalnızlık çekmiyordu. Teneffüslerde, etrafında gülen yüzler, oyunlar oynayan çocuklar vardı. Derslere geç kalma sorunu da ortadan kalktı, çünkü artık Emine'nin yükü hafiflemişti.     
Öğretmenler de bu değişime ayak uydurdular. Derslerde engellilik konusunda sohbetler açıldı, empati kavramı üzerinde duruldu.
En büyük değişimi ise Emine'de gördüm. Yüzündeki o endişeli ifade gitmiş, yerini huzurlu bir gülümseme almıştı. Hasibe'nin etrafındaki kalabalığı gördükçe, içi rahatlıyordu. Biliyordu ki, artık Hasibe yalnız değildi. Onun başlattığı küçük hareket, bir dalga gibi yayılmış, tüm okulu sarmıştı.
Bu süreç, sadece Hasibe için değil, hepimiz için bir dersti. Empatinin, dayanışmanın, bir insana dokunmanın ne kadar önemli olduğunu anlamıştık.     
Acıma duygusunun yetersizliğini, harekete geçmenin ve bir olmanın gücünü Emine bize göstermişti. O küçük kız, bir anda hepimizin öğretmeni olmuştu. Yıllar geçti. Hasibe ve Emine büyüdüler. Hasibe, okulunu başarıyla bitirdi ve hayata umutla sarıldı. Belki fiziksel engeli hâlâ vardı ama ruhundaki engeller kalkmıştı. Kendine güvenen, etrafına ışık saçan genç bir kadın olmuştu. Bu başarısında, Emine'nin ve okul arkadaşlarının ona sunduğu koşulsuz desteğin payı büyüktü.
Emine ise, o içindeki ışığı hiç kaybetmedi. Hukuk fakültesini kazandı ve engellilerin hakları için mücadele eden bir avukat oldu. Her zaman şunu söylerdi: "Benim için adalet, sadece yasalarda değil, insan yüreğinde başlar." Hasibe ile bağları hiç kopmadı. Onlar, sadece arkadaş değil, birbirlerinin kaderi, birbirlerinin umudu olmuşlardı.
Müdürlük görevimden emekli olduğumda, okulumuzun duvarında büyük bir resim asılıydı. Resimde, Hasibe ve Emine'nin gülen yüzleri vardı. Altında ise şu yazıyordu: "Bir kişinin dünyasını değiştirmek, tüm dünyanın rengini değiştirmektir." Bu okul, Emine'nin başlattığı küçük bir hareketle, engelliliğe bakış açısını değiştirmiş, daha kap-sayıcı, daha anlayışlı bir yer haline gelmişti.
    Herkesin bir Hasibe'si, herkesin bir Emine'si vardı aslında. Önemli olan, Hasibe'nin yalnızlığını görmek ve Emine gibi cesur olup ona kol kanat germekti. Çünkü gerçek engeller, fiziksel kısıtlamalarda değil, kalplerdeki duyarsızlıkta gizliydi. Ve biliyordum ki, Emine gibi yürekler var oldukça, Hasibe gibi ışıklı yüzler de artmaya devam edecekti. Gelecek, böyle fedakar ruhların ellerinde filizlenecek, daha aydınlık bir dünya inşa edilecekti.
    Günler akıp gitti, mevsimler değişti ve ikinci döneme ulaştığımızda, okulumuzda anlamlı bir tören düzenledik. Bu törenin başkahramanı, Hasibe'ye gösterdiği duyarlı davranıştan dolayı Emine'ydi. Onun o küçücük bedeniyle taşıdığı koca yürek, tüm okula örnek olmuştu. Sahnedeyken gözlerinin içindeki pırıltıyı, aldığı alkışlarla artan heyecanını hiç unutamam. Bu ödül, sadece Emine'nin değil, aslında empati ve dayanışmanın bir ödülüydü. O gün, okul koridorlarında yankılanan alkışlar, gelecekte atılacak nice iyilik tohumunun habercisi gibiydi.
Zaman su gibi aktı, yıllar birbirini kovaladı. Okuldan mezuniyetler, yeni başlangıçlar derken Hasibe'nin Sağlık Meslek Lisesine gittiğini duyduk. Bu, onu tanıyan herkes için büyük bir sevinç kaynağıydı. Azmiyle, direnciyle her zorluğun üstesinden gelen Hasibe, hayallerine doğru ilerliyordu. Meslek Lisesini bitirdiği haberini aldığımızda, içimizde bir gurur kabarmıştı. O küçük kızın, Emine'nin kanatları altında attığı ilk adımlardan buralara kadar gelmesi, hepimize ilham vermişti.
Hayat, bazen en beklenmedik anlarda en ağır darbeleri vururmuş. Bir gün, sosyal medyada dolaşırken, gözlerim bir haber başlığına takıldı. Önce ne olduğunu tam anlayamadım, okuduğum kelimeler zihnimde yankılanırken beynim dondu sanki. Hasibe'nin vefat haberini okudum. 25 yada 26 yaşında vefat etmişti. Sanki başımdan aşağı kaynar sular dökülmüş gibi bir ürperti hissettim, nefesim kesildi. İnanamadım, inanmak istemedim. O gülen yüzü, azmi, yaşama tutunma çabası... Nasıl olurdu?
Boğazım düğümlendi, gözlerim doldu. Hasibe, hayatımıza dokunan, bize çok şey öğreten özel bir insandı. Emine'nin ona kanat oluşu, okuldaki değişen bakış açıları, gönüllü "Kanatlar" grubu... Bütün bunlar film şeridi gibi geçti gözlerimin önünden. Şimdi ise sadece acı bir gerçek vardı. Rahmetli olmuştu. Allah rahmet eylesin, kabri cennet olsun inşallah. Hasibe'nin bize öğrettiklerini, onun azmini ve Emine'nin eşsiz dostluğunu asla unutmayacağız. Mekanı cennet olsun.
                                                  Basri GÜLER
 

YAZARLAR