Hüseyin TUNÇAY


EKMEK

"... Fırını haftada bir yakardık. O gün, genellikle pazartesiden sonraki bir gün olurdu. Gördes’te pazar, haftanın ilk günü kurulur, tarladan pazara gidilir, ihtiyaçlar alınırdı..."


         Çocukluğumda, okullarımızda eğitim ve öğretim mayıs ayının sonunda biterdi. Tatile girdikten kısa bir süre sonra da, haziran ayının ortası gibi, bize orada yetecek kadar eşyayı traktöre yükler tarlaya göçerdik. Tütüncüler hep böyle yapar. Çünkü şehre gidip gelerek yapacağımız iş hem “üremez” hem de astarı yüzünden pahalı gelir yani masraflı olurdu.

         Göçtüğümüz vakitte, mayıs ayının ortalarında dikilen tütünlerin çapaları bitmiş ya da birinci elleri kırılmak  (rahmetli annem, birinci ele “kâmile” derdi)  üzeredir. Biz bir okuldan bir diğer okula,  arkadaşımın tabiriyle “hayatın öğretildiği okula” kaydımızı yaptırırdık.

         Bu yaz bitiminde, Osmancalı Köyü’ndeki evimizin yanına yaptığımız fırına her bakışımda, tütün tarlasında ekmek pişirdiğimiz günleri hatırlıyorum. Bu iş, hem ciddi hem de ehemmiyetli güzel bir telaştı. 

         Ekmek, bizim için mübarek bir “nimet”ti, karnımız onunla doyar gayrısı ona katık olurdu. Ekmek lokmamız kocaman, peynirden ve zeytinden aldığımız parça ufacıktır!  O mübarek yere düşerse “destur” ya da “besmele” ile kaldırır, öpüp üç defa başımıza koyar sonra da el ayak değmeyecek yere bırakırdık. Biraz gevşek davranan arkadaşımız olursa “Çarpılırsın bak!” diye paylardık. Bir de, yere kırık dökülmesine gönlümüz razı olmaz, o minik ellerimizle tuttuğumuz, zeytinyağlı, salçalı, zeytinyağlı üstü şekerli, büyük ekmek dilimlerinin altına elimiz koyar, dökülen kırıkları ağzımıza atardık.

         Fırını haftada bir yakardık. O gün, genellikle pazartesiden sonraki bir gün olurdu. Gördes’te pazar, haftanın ilk günü kurulur, tarladan pazara gidilir, ihtiyaçlar alınırdı. Bir de cuma günleri, köylülerimizin ve müstahsilin kendi ürünlerini sattığı hal binasındaki pazar vardı. Çok sevdiğim bu pazarda her şey taze ve güzel olurdu. Biz bu pazardan özellikle, yoğurt alırdık. Yoğurt, çekmelerde (1) ve bakraçlarda satılır, yoğurdun en üstünde illaki 5-10 tane çörek otu olurdu.

         Annem, ekmek için akşamdan hazırlık yapar, mayamız (ekşi maya) gerekiyorsa tazelenirdi. 8 -10 ekmeklik un yoğrulur, leğenin üstü örtülür, kabarmaya bırakılır. Bu arada, fırında pişirilecekler planlanırdı; ekmek ve yoz pidenin dışında, tepsiye yaptığımız peynirli pide, közlenecek darılar, patlıcanlar, kolor (2),   -kabak, domates, biber, soğan, nane vb. sebzelerden oluşan- kabak göveci sıraya girerdi. Koloru çok sevmemize rağmen, içinde kullanılan süt veya yoğurdun temini her zaman kolay olmazdı.

         Kabaran hamur, ekmek hamuru büyük-lüğüne getirilip “yer hamuru” alması için mineatin (3) gözlerine yerleştirilir üstü örtülür, bir süre daha kabarması beklenirdi. Babamın sönge (4) ile közlerini ve küllerini temizlemiş olduğu fırına önce yoz pideler atılır, hem pişirilir hem de fırının harareti sınanmış olurdu. Bu yapılırken, fırının sıcaklığı eksilmesin diye önündeki közlerin üstüne ince çırpı-lardan hazırladığımız yalazı (5) koyarak yakılırdı. Sonra sırasıyla diğer hamurlar, pideler atılır, pişirilir en son da kabak göveci atılır, o akşamın yemeği hazır edilirdi.

         “Koku Hakkı”

         Bu hakkı, ailemden öğrendim. Fırından çıkan yoz pideler soğumadan temiz bir beze itinayla sarılır ve ben; “Bu İkbal teyzene, bu Hanife ablaya, bu da Naciye teyzene… Hemen götür… Çabuk, sıcak sıcak yesinler!” diye görevlendirilirdim. O zamanın buğdayı nasıl bir buğday (!), hamurunun tadı nasıl bir tat kokusu nasıl bir kokuysa (!) yedi tepeye ulaşır, biz de vazifemizi yapar, büyük bir memnuniyetle ikram ederdik. Kezâ onlar da bize.

         Ortaokula gittiğim yıllarda da, annem ekmek yaptığında mineati, mahallemizdeki fırıncı Mehmet Ali Amcaya götürürken aynı tembihi yapar; “Oğlum bu güzel kokar, koku hakkıdır, getirirken gördüklerine birer parça ver.” derdi.

         O zamanlar, damlarımızda (6) elektrik olmadığı için, ekmeklerimizin ve diğer gıda maddelerinin tazeliğini muhafaza etmek zordu. Bir süre sonra kurumaya başlayan ekmeklerimizi asla atmaz, farklı yol ve yöntemlerle yerdik.

         Şeker Şerbeti

         Özellikle, henüz kavun ve karpuzlarımızın çıkmadığı dönemde; kuyudan çektiğimiz su ile buz gibi şerbet yapar, içine kuru ekmeklerimizi doğrayarak yerdik. Hem kalori ihtiyacımızı karşılar hem de kuru ekmeklerimizi değerlendirmiş olurduk. Annem, tarla sepetinin içinden küçük bir cam kavanozun içinde toz şekeri eksik etmezdi.

 

         Ayran

         Yazın tarlada, yoğurdun ömrü bir gün bile değildir, ekşir. Geldiği günün akşamı keseye koyarsınız, suyu süzülür. Daha sonraki günlerde kaşık kaşık alır, sulandırır ayran yaparsınız. Nane, ayranın kardeşidir. Üzerini zeytinyağı ile süsler, kuruyan ekmeklerinizi içine doğrar, tercihe göre soğan veya sarımsak eşliğinde yersiniz.

         Ekmek Aşı

         Ekmek aşını çok severdim, arada sırada hâlâ yaparız. Tavada, domates, biber, soğan, nane, maydanoz kavrulur, yumurta çakılır su ilave edilerek pişirilir. Bu güzel karışım tepsi veya tencereye doğradığınız kuru ekmeğin üzerine gezdirilir. Ağzı bir süre kapatılarak yumuşaması beklenir.

         Ekmek Islatma

         Zamanın kıymetli olduğu, işlerin yoğunluğunda çocuktan bile medet umulan acı tütün tarlasında karın doyurmanın, biriken kuru ekmeklerinizi değerlendirmenin kolay ve güzel yollarından birisidir. Kuru ekmekleri ıslatıp bir beze sararak, suyunu çekmesini bekliyorsunuz.

         Tepsiye dizdiğiniz ekmeklerin üstüne zeytinyağı gezdirip, domates, biber ve soğanları küçük küçük doğrayıp, istediğiniz baharatlarla zenginleştirerek tütün dizmeye ara vermeden karnınızı doyuruyorsunuz. Islanmış ekmeğin kokusu harikadır.

         Biz, yıllardır ekşi mayalı ekmeğimizi kendimiz yapıyoruz. Mümkün oldukça yerli cins Anadolu buğday ununu, son bir yıldır da Gördes adıyla markalaşan, bana çocukluğumun “Sarı Buğday” cinsinin tadını ve lezzetini hatırlatan unu kullanıyoruz.

         Gelin hep beraber, sahip olduğumuz nimetlere göstereceğimiz derin saygı ve hürmetle, israf etmeden, tevazu içinde yaşamanın hakkını verelim.

 

         KELİMELER VE ANLAMLARI

         1) Çekme : Ağzı ve tabanı dar, ortası geniş, topraktan yapılmış kap. (Bu kelimede, Gördes çevresindeki, konuşma dilinde “k” sesi genellikle düşer, “çe’me” şeklinde söylenir.)

         2) Kolor : Kurabiye diye bilinen; un, yağ, şeker ve süt/yoğurt kullanılarak yapılan unlu ürün.

         3) Mineat /minet : Ekmek hamurlarını fırına atmadan önce koyup beklettiğimiz 4, 5… gözlü tahta, ahşap.

         4) Sönge : Fırın süpürmeye yarayan, ucunda ıslak bez bulunan sopa.

         5) Yalazı : Fırının yakılıp köz ve küllerinin süpürülmesinden sonra sıcaklığın dışarıya çıkmasını engellemek amacıyla ağzına koyulan, ince çalı çırpı parçaları

         6) Dam : Genellikle tarlada ve arazide buluna 1-2 gözlü basit yapı.

YAZARLAR