
Manisa'nın Demirci ilçesinin kalbinde, Ege'nin zümrüt yeşili coğrafyasının ortasında, göğe doğru gururla yükselen Çomaklı Dağı, eteklerinde sakladığı sırlarla asırlardır gizemini korur. Bu heybetli dağın 1201 metrelik zirvesi, rüzgarın uğultusuyla yankılanır, yamaçları kekik ve dağ çiçeklerinin o eşsiz kokusuyla bezenir.
Gün doğumunda altın rengine bürünen zirve, gün batımında ise mor ve pembe tonlarının hüzünlü dansına şahitlik eder. Çevresinde inci taneleri gibi serpilmiş olan Bayramşah, Kuzuköy, Kovancı, Çantalarmut, Kızıldam, Akpınar, Kaşıkçı, Kuyucakkarapınar ve Hırkalı köyleri, bu efsanevi dedenin fısıl-tılarıyla, yüzyıllardır süregelen bir saygı ve merakla yoğrulmuştur. Her bir köyün taş duvarlı, kiremit çatılı evleri, zeytin ağaçlarının gümüşi yapraklarının hışırtısıyla, tarlaların bereketli toprak kokusuyla, Çomaklı Dede'nin manevi atmosferiyle adeta bir bütün oluşturur.
Köy meydanlarında toplanan yaşlılar, akşam ateşinin etrafında otururken, genç nesillere bu gizemli dedenin hikâyelerini, tıpkı bir zaman tünelinden fısıltılar gibi aktarırlar.
Çomaklı Dede, uzak ve mistik diyarlardan, kadim Horasan'ın bereketli toprakların- dan Anadolu'ya doğru yola çıkmış bir gönül eri, bir derviştir. Yüreği İslâm'ın sıcak sevgi-siyle, gözleri hakikatin nuruyla parlayan bu bilge kişi, Allah'ın kelamını yaymak, karanlıkta yolunu kaybetmiş insanlara doğru yolu göstermek gibi ulvi bir amaçla bu topraklara ayak basmıştır. Uzun ve çileli yolculuklar onu yormamış, aksine inancı daha da perçinlemiştir.
Diğer dervişler gibi o da, dünyanın geçici heveslerinden uzaklaşmak, kalbini yalnızca Yaradan'a yöneltmek arzusuyla, kalabalıkların gürültüsünden ırak, Çomaklı Dağı'nın sarp ve ulaşılması güç yamaçlarında kendine mütevazı bir inziva köşesi seçmiştir. Küçük bir taş kulübe, yıldızlarla örtülü gökyüzü ve dağın sessizliği, onun yegane yoldaşları olmuştur. Amacı, ne kimseye maddi bir yük olmak ne de dünya malına zerre kadar tamah etmektir. Günlerini ibadetle, tefekkürle ve doğanın sırlarını keşfetmekle geçirir, ruhunu ilahi aşkın dingin sularında yıkar.
Ancak, bu ebedi huzur arayışı, Salihli'nin tarihi dokusuyla bezeli kadim şehri Sart'ta, ovaya hakim bir tepenin üzerinde yükselmeye başlayan görkemli bir kaleyle ansızın kesintiye uğrar. Bu yeni kale, devasa taş blokları, yüksek surları ve burçlarıyla, inşa edildiği tepeden ovaya doğru bir kudret timsali gibi yayılır.
Güneşin ilk ışıkları surların üzerinde parlar, gün batımında ise uzun gölgeleri ovayı bir örtü gibi kaplar. Kalenin ihtişamı göz kamaştırsa da, yöre halkının mütevazı kalplerinde bir huzursuzluk, belki de bilinçaltında bir tehdit algısı yaratır. Belki de bu gösterişli yapı, onların sade ve kanaatkâr yaşamlarına bir yabancılaşmayı, bir dayatmayı simgeler, kim bilir? Çomaklı Dede, dağın zirvesesindeki inziva köşesinden bu durumu hisseder, kalbi yöre halkının olası sıkıntılarıyla dolar ve bu duruma kayıtsız kalamaz.
Kalenin her geçen gün biraz daha yükselişi, onun sessizliğinin derinliklerinden yankılanan bir çığlığı, bir uyarıyı andırır. Gündüzleri insan gücüyle, hummalı bir çalışmayla taş üstüne taş konularak göklere doğru yükselen kale, gecenin karanlık örtüsü altında, esrarengiz bir gücün etkisiyle, sanki görünmez eller tarafından sökülerek yerle bir olmaya başlar.
Ay ışığının solgun ve gizemli aydınlığında, devasa taş blokları birer birer yerlerinden sökülür, emekle örülmüş duvarlar gürültüyle çöker. Bu anlaşılmaz durum günlerce, haftalarca, hatta aylarca sürer ve kale bir türlü tamamlanamaz. İnşaatın sorumlusu olan kibirli ve öfkeli komutan, bu esrarengiz ve inatçı sabotajları durdurmak, bu görünmez düşmanı alt etmek için en cesur, en sadık askerlerini görevlendirir.
Karanlık çöktüğünde, askerler kalenin etrafında, gölgelerin dans ettiği surların dibinde pusuya yatarlar. Gözleri gece kadar kara, kulakları en ufak bir çıtırtıya bile kesil-miştir. Gecenin derin sessizliğini sadece uzaklardan gelen bir çakal uluması, bir baykuşun hüzünlü ötüşü ve köylerden yansıyan köpek havlamaları bozar. Uzun ve sabırlı bir bekleyişin ardından, taşların geldiği yönde, karanlığın koynundan süzülen hafif bir kıpırtı, bir gölge fark ederler.
Gölgeler arasında yavaşça beliren bir siluet, sessiz adımlarla kaleye doğru yaklaşır ve güçlü, kaslı kollarıyla devasa taşları sanki birer oyuncakmış gibi yerlerinden sö-kerek fırlatmaya başlar. Taşların havada uğultusu, yere düşerken çıkardığı gürültü, gecenin sessizliğini yırtar. Askerler, bu gizemli ve cesur sabotajcıyı suçüstü yakalamak, bu esrar perdesini aralamak için harekete geçerler.
Uzun ve nefes kesen bir takip başlar. Askerler, ellerinde meşaleler, gecenin zifiri karanlığında, taş atan o inatçı siluetin izini sürerler. Ayın solgun ve titrek ışığı altında, engebeli tepeleri, derin vadileri, dikenli çalılıkları aşarlar. Ayaklarının altında ezilen kuru yaprakların hışırtısı, soluklarının buharı havada dans eder.
Sonunda, Gördes'e bağlı, ıssız ve tekinsiz Atalan mevkiinde, yorgunluktan bitkin düşmüş bir halde, taşları fırlatan kişiyi kıskıvrak yakalarlar. Bu gizemli kişi, attığı son taşın ardından, devasa, yosun tutmuş bir dibek taşının altına saklanmaya çalışmaktadır. Askerler, bu dirençli ve esrarengiz kişiyi yakaladıklarında, yüzlerindeki hayret ve şaşkınlık ifadesi tarif edilemez. Karşılarında duran kişi, ne bir hayalet, ne de bir canavardır.
Aksine, Çomaklı Dağı'nın yalnız ve bilge sakini, nurani yüzlü Horasan ereni Çomaklı Dede'dir. Sakin ve vakur duruşu, yüzündeki derin bilgelik ifadesi, askerlerin yüreklerine bir saygı ve hayranlık duygusu salar.
Komutanın acımasız emriyle, askerler o mübarek başı gövdesinden ayırırlar. Ancak, o anda akıl sır ermez, inanılması güç bir olay yaşanır. Çomaklı Dede, kesik başını sanki bir emanetmiş gibi koltuğunun altına alır, kanı toprağa sızarken, mucizevi bir şekilde atına biner ve dört nala, rüzgarı arkasına alarak, sanki ölüm onu teğet geçmiş gibi, Çomaklı Dağı'na doğru amansız bir kaçışa başlar. Şaşkına dönen, dehşet içinde kalan askerler de onu çaresizce takip ederler.
Dede, dağın eteklerine ulaştığında, o an bir mucize gerçekleşir. Sanki dağın kalbi yarılır, ortasında karanlık ve davetkar bir geçit belirir. Çomaklı Dede, atıyla birlikte bu esrarengiz yarıktan içeri girer ve saniyeler içinde gözlerden kaybolur. Dağ, sanki bu sırrı sonsuza dek saklamak istercesine, ardında hiçbir iz bırakmadan yeniden kapanır. Askerler, bu inanılmaz olayın şokunu üzerlerinden atamadan, dağın sessizliğine ve gizemine teslim olurlar.
O günden sonra, Çomaklı Dede'nin gerçek mezarının nerede olduğu, o yarığın derinliklerinde mi, yoksa dağın zirvesinde mi olduğu bilinmez. Ancak, onun aziz hatırasını yaşatmak, onun manevi mirasına sahip çıkmak için, dağın eteklerinde, o mucizevi yarığın yakınında, mütevazı ama anlamlı bir sembolik türbe inşa edilir.
Yöre halkı arasında yüzyıllardır dilden dile dolaşan bir başka inanışa göre ise, bu mübarek zat, türbesinin üze-rinde kiremit istememektedir. Gündüzleri köylülerin büyük bir özen ve saygıyla çatıya yerleştirdikleri kiremitler, her gece esrarengiz bir şekilde, sanki görünmez bir el tarafından itilmiş gibi, dağın eteklerine, toprağın üzerine saçılmış halde bulunur.
Bu durum, Dede'nin manevi gücünün, kendi isteğinin ve belki de dünyevi süsten uzak durma arzusunun bir işareti olarak kabul edilir. Türbenin çatısı bu nedenle daima çıplak kalır, yıldızların ve yağmurun altında, Dede'nin mütevazı yaşamının bir yansıması gibi durur.
Bayramşah köyünün ve Çomaklı Dağı'nın etrafındaki diğer köylerin sakinleri, yüzyıllar boyunca bu aziz dedeyi anmak, onun ruhuna fatihalar göndermek, bereket ve şifa dilemek için geleneksel ve hayırlı hayır yemekleri düzenlerler. Bu hayırlara, sadece çevre köylerden değil, uzak diyarlardan bile birçok insan davet edilir.
Köy meydanlarında büyük kazanlar kurulur, içlerinde yörenin en taze ve lezzetli malzemeleriyle hazırlanan, dumanı tüten yemekler pişirilir. Dualar edilir, ilahiler okunur, semahlar dönülür. Bu geleneksel etkinlikler, yöre halkının arasındaki dayanışma ve yardımlaşma duygularını pekiştirir, manevi değerlerini canlı tutar ve nesilden nesile aktarılan bir kültürel mirasın parçası olur.
Ancak, zamanın acımasız çarkı, modern hayatın getirdiği farklı yaşam koşulları ve genç neslin değişen ilgi alanları nedeniyle, 1970'li yıllardan sonra bu güzel ve anlamlı gelenek yavaş yavaş unutulmaya yüz tutar. Köy meydanlarındaki kazanların sesi azalır, duaların yankısı solar.
Tam da bu unutulmanın hüznü yöre halkının kalplerini sararken, Devlethan köyünün duyarlı ve vefalı sakinleri, bu anlamlı mirasa sahip çıkar ve hayır yemeği geleneğini yeniden canlandırır. Onların çabalarıyla, yıllar sonra yeniden kazanlar kaynar, dualar yükselir. Daha sonra, bu kutsal emaneti Kaşıkçı köyünün çalışkan ve inançlı insanları devralır ve günümüze kadar bu geleneği büyük bir özen, titizlik ve devamlılıkla sürdürürler. Her yıl düzenlenen bu hayır yemekleri, Çomaklı Dede'nin aziz hatırasını taze tutar, yöre halkının arasındaki manevi bağları güçlendirir ve gelecek nesillere aktarılacak değerli bir mirasın korunmasına katkı sağlar.
Yöre halkı arasında köklü ve sarsılmaz bir inanış vardır ki, eğer her yıl Çomaklı Dede için bu hayırlı yemekler düzenlenmezse, çeşitli doğal afetler, beklenmedik hastalıklar veya türlü türlü musibetler yaşanabilir. Bu nedenle, Dede'nin mütevazı türbesi, Çomaklı Dağı'nın eteklerinde, çevre köylerin sakinleri tarafından büyük bir saygı, sevgi ve özenle düzenli olarak bakımı yapılır, temiz tutulur. Ziyaretçiler gelir, ellerini açıp dualar eder, adaklar adar ve bu mübarek zatın manevi huzurundan, bereketinden feyz almaya çalışırlar.
Türbenin etrafındaki toprak, yüzyıllardır süregelen duaların ve gözyaşlarının bereketiyle adeta kutsallaşmıştır.
Çomaklı Dede'nin efsanesi, tıpkı dağ rüzgarları gibi nesilden nesile fısıldanarak, anlatılarak günümüze kadar ulaşmıştır. Anadolu'nun dört bir yanında olduğu gibi, bu bereketli topraklarda da Dede kültürü, insanların inanç dünyasında, geleneklerinde, günlük yaşamlarında ve hatta hayallerinde önemli ve derin bir yer tutmaktadır.
Çomaklı Dede, sadece bir zamanlar yaşamış, mucizeler göstermiş bir bilge kişinin hüzünlü ve etkileyici hikâyesi değil, aynı zamanda bu yörenin insanlarının ortak hafızasının, yüzyıllardır süregelen inançlarının, köklü geleneklerinin ve manevi değerlerinin canlı, somut bir sembolüdür.
Onun gizemli hayatı, cesareti ve mucizevi olayları, yüzyıllardır dilden dile dolaşarak bu toprakların ruhunu, kimliğini ve maneviyatını şekillendirmeye, zenginleştirmeye devam etmektedir. Çomaklı Dağı'nın eteklerinde yükselen o mütevazı türbe, sadece bir mezar değil, aynı zamanda bir inancın, bir geleneğin ve bir efsanenin ebedi anıtı olarak zamana meydan okumaktadır.
* BASRİ GÜLER