Baştan anlaşalım: bugün yazacaklarım hiç kimseyi ötelemek, ayırmak ya da ötekileştirmek değil. Güncel örnekleriyle birlikte tespitte bulunmak. Ancak alıntı yapacağım bir yazı var ki benim duygularıma - yarıdan fazlasıyla tercüman oldu, onu da ekleyeceğim. En son cümlemde bunu açıkça göreceksiniz zaten.
Osmanlı'nın son zamanlarından kalan hastalığımız var bizim: kendimizi aşağı görmek, kendimizi yetersiz görmek gibi. Suçluyu da hemen buluvermişlerdi, aramadan : İslam. Tarihi olarak da kayda geçirmiştir ki, özellikle 1850'lerden 1950'lere kadar toplumun özellikle okuyan kesiminde bu anlayış hâkimdi. Eğitim sistemimizde de bu anlayış hâkimdi ve maalesef bu anlayış dinden uzaklaşmaya hatta dine düşman olmaya götürdü özellikle entelektüel (!) kesimi.
Bu süreçte din eğitimi yapılamayınca din adamı eksikliği de rahatsız etmeye başladı uykusundan uyanan dindar kesimi. Toplumun en önemli ihtiyaçlarından bazıları karşılanamaz oldu. Cenaze, mevlut gibi ihtiyaçlar dışında namaz kıldıracak İmam bulamaz haline geldi toplumumuz. Dolayısıyla mezunu az olacak şekilde bu ihtiyaçları karşılayacak okullar açılmak istendi. Ve açılmak istenilen okulun adına da İmam- Hatip okulları dendi.
Eski alfabe dediğimiz yazıya getirilen yasak, Kur'an'ın Arapça harflerle okunma-sına ve yazılmasına da uygulanır oldu. Yasağın gerekçesinin lüzumlu olup olmadığı ayrı bir tartışma konusu olsa da, aslında bir millet, bin yıllık Kur'anı asıl haliyle okuma alışkanlığından uzaklaştırıl-maya çalışılmış oldu. Bu "bilinçli ya da bilinçli olmayan tutum” hak-kında, özellikle bu gün geniş bilgi verecek yere sahip değilim. Ama geriye dönüp baktığımızda sonucun buna götürdüğünü açıkça görüyoruz.
Tam da millet hasretle Kur'an'a sarılma ihtiyacı duyarken, İmam- Hatip okullarının açılması, milletin acısına adeta merhem oldu. Okullar dolup taşmaya başladı. Özellikle muhafazakâr mahallelerde, okullar sınavla öğrenci almaya, kazanamayanları maalesef okula almamaya başlandı. Talebin fazla olmasından kaynaklı bu süreç yıllarca sürdü. Okulları Millet kendi parasıyla puluyla ve marifetiyle yapmaya ve ülkenin dört bir köşesinde hızla sayıları artmaya başladı.
Demirci'deki İmam Hatip Okulu da 1967 yılında 3 - 4 hayırseverin başını çektiği bir grubun öncülüğünde ve milletin yardımlarıyla yapıldı ve açıldı. Daha önce "Demirciye İz Bırakanlar" adlı yazımda da belirttiğim üzere, Türkiye'deki ilçeler içerisindeki ikinci İmam Hatip Okulu Demirci'de açılmış oldu. Nadir bir okul olduğunun en büyük kanıtı, Ege Bölgesi'ndeki her ilden, her ilçeden ve aşağı yukarı her köyden bir mevzunu hâlâ yaşıyordur, bu okulun. İlçenin kendi köyleri ve merkezi ile birlikte on binlerce mezunu var bu okulun. Bundan dolayı önemli bir değerdir; Demirci İmam Hatip Lisesi. Zamanında, benim okuduğum yıllarda 1.300 kişiyi, her sırada 3'er 4'er kişi oturacak şekilde eğitmiştir Demirci İmam Hatip Lisesi.
Bugün bu yazıyı yazmamıza vesile olan etken; geçen gün mezunlar buluşması yapmış olmamız ve yeni İHL binamızda mezunlar buluşmasının ilk defa yapılmış olmasıdır. 1970'lerden 2020'lere geniş yelpazedeki büyüklü küçüklü gruplar halinde mezunları vardı sahada. Belki binleri yoktu mezunlarının ama binlerce yüreği tek yürekte taşıyan insanları vardı. Yıllarca o okulda görev yapmış koca yürekli insanlar vardı aramızda: Aziz Hoca, Bekir Sıtkı hoca, Balcı hoca, Doğruyol Hoca ve ismini şimdi hatırlayamadığım. Gelemeyen hocaların belki 100 katı gelemeyen mezun öğrencileri vardı bu okulunun, o gün orada. Mutlu etti "Mezunlar Derneği" bizi. Allah da onları mesut etsin!
Gelemeyenler üzüldü. Sınıf arkadaşlarımdan birisi üzüntüsünü gruba yazdı. Son olarak hem Demirci'ye hasretini hem de mezun olduğu okula hasretini onun dilinden akta-rayım istedim bugün. Ama şöyle ihmal etmeyeyim en sonunda; " yüreğinde insan sevgisini, millet ve vatan sevgisi ile yoğururken asıl hamurun İslam olduğunu bilen ve bildiğini yaşayan herkes, benim gönlümde en iyi imam hatiplidir. "
İmdat Akkoyun hocamın paylaşımının alıntıladım kendisinin izniyle, aşağıya. Buyurun o duygusal paylaşımı beraber okuyalım.
Üzgünüm.
Bir şehir ki,
Çocukluğumuz, gençliğimiz, ilk gençliğimiz, iki gömlek, bir pantolonla bir yılı devirdiğimiz, yokuşlarında ömür eskittiğimiz.
Utangaçlıklarımız, mahcubiyetlerimiz, sevinçlerimiz, ayrılıklarımız sevdiklerimizden.
Toprak sahada toz toprak yutuşumuz. Akşamları sabahlara ulanışımız.
On yedi yaşımız, ilk gençliğimiz, ilk heyecanlarımız, ilk türkülerimiz, ilk şiirlerimiz.
Bütün hikâyelerimizin müteharrrik gücü, duygulanımlarımızın ilk nüvesi,
Ne söylesek az gelecek Çereşe, Kızılçağla, Akıncılar, Fatih, Hacıbaba, Düvenönü, Hastane yolu, kütüphane yolu, Cezaevi yolu, Üniversite yolu, Akdere yolu. Ahmet Şarlı, Ahmet Çark, Ahmet Özbilge (Tombul), Kamil Harman, Osman Gündüz, Ramazan Yarımbaş, Ahmet Türkyılmaz, Arif Ünlü.. Ve daima Bekir Sıtkı Özaydın... Daima müte-bessim, daima müteharrik, daima mütevessil, daima müteheyyic, dai-ma...
Ne söylesek azdır.
Bugün 12 - 13 sularında Hac yolculuğundan İzmir havalimanına inecek olan kayınpederim ve kayınvalidem dolayısıyla bu kutlu buluşmaya katılamayacağım.
Üzgünüm.
Nasip güzel bir kelimedir.
Ve daima teşekkür,
Bayrağı gururla, onurla taşıyan, içimizdeki heyecanı diri tutan, Özcan Darıcı, Şener Çankaya, Öz-can Çiftçi, Mustafa Kaya, Abdullah Dalkılıç, Muammer Dağlar ve Hafız Mehmet Dağlar kardeşlerimize.
Bin teşekkür, bin dua.
Yolumuzun kesiştiği, iyikilerimiz, hatrımızın hatrında yaşadığı en kıymetlilere.
Bin teşekkür ve bin selam ile...
İmdat Akkoyun, Turgutlu.