Mustafa KAYA


BİR DOSTUN, BİR ABİNİN ARDINDAN

"... Son olarak İsmail Hakkı Hocamızı, gene eskilerin deyimiyle sıralı olmayan ölüm haberiyle… Bir şey daha söyleyeyim: İnanın, hepsi hayata çok pozitif bakan, esprili, gülen ve güldüren insanlardı. Ara sıra diyorum ki acaba sevindirenler, mutlu edenler, azınlıkta olmalarına rağmen daha mı fazla etkiye sahip oluyorlar hayatımızda..."


                Sizi bilmem ama ben, olaylara tepki verirken ani heyecanlanan bir insan değilim. Hani şu insan hayatını olumlu ya da olumsuz etkileyen olaylar konusunda… Hayat boyu hatırlayacağımız olaylar… Eskilerin deyimiyle idrak etme, şimdilerde algılama olarak nitelenen olaylar, bende geç cereyan ediyor belki de. Belki o anda sükûnet, olgunluk bahşediliyor bana. Hatırlarım; Babamın büyük halamın vefatına tepkisini. Biraz rahatsız olmasına rağmen babam rahmetli, çok sevdiği ablasının vefatına büyük vakarla yaklaşmıştı. Bana “oğlum gideceğimiz yer orası, ne yapalım, ha bugün ha yarın” diye söylenmişti.

          Bu yaşlarımıza gelinceye kadar dedelerimizi, ninelerimizi, hala – dayı, amca – teyzelerimizi, kimleri gömmedik kara toprağa… Genci – yaşlısı, komşusu – akrabası, arkadaşı – dostu kimler bize veda etmedi ki bu dünya hayatından! Hatta veda etmeden gidenler sanki daha fazla benim hayatımda. Özellikle gene eskilerin çok sevdiğim kelimesi ile akranlarımdan (kendi yaş grubumdan) vedasız, helalleşme fırsatı bulmadan gidenler daha fazla yara açıyor kalbimizde.

            Bir ayı buldu bizim abi dediğimiz ama O’nun bizi çoğu kere arkadaş, bazen kardeş görme nezaketini gösteren İsmail Hakkı Yılmaz Hocamızı, Müdürümüzü kaybedeli. On beş senedir kendisini tanıdığım, son yıllarda samimiyetimizin oldukça arttığı ve son altı ayda her gün görüştüğümüz İsmail Hakkı Hoca vedasız, zamansız ve hiçbir fırsat vermeden gitti. Halbuki ne zaman karşılaşsak mutlaka vakit ayırmayı ve bizim de ayırmamızı mutlak zorunluluk olarak addederdi. Bir gün öncesinin gece yarısına kadar muhabbetimizin zirve yaptığına bakmaksızın sanki “ İşinize bakın ben gittim!” Der gibi gitti. Her insan gibi günahları vardı garibimin ama seccade üstünde, alnı secdede gitti rabbine. Hata, kusur, sevabı günahı kendine ama biz şahidiz ki; namazına düşkünlüğü ibret vesilesiydi bizim için.

                Başkalarında gördüğümde; ne gerek var bu kadar tepkiye diye haksızca küçümsediğim, sosyal medyadaki paylaşımlara benzer olacak ama gönülden söylüyorum: “Olmadı be hocam! Erkendi bize göre! Daha bir hafta önce kızını okutacağını, oğlunu evlendireceğini konuşmuştuk hatta kömürün pahalılığından, seneye kaloriferde meşe odunu yakmaktan bahsetmiştik be hocam.” Ama Allah şimdi münasip görmüş. Yaratana isyan değil bizimkisi. Sadece çok sevdiğimiz hemhal olduğumuz arkadaşı – bize göre – zamansız kaybetmenin üzüntüsü.

           On – on beş yıl önce üniversitedeki ev arkadaşımı, yedi – sekiz yıl önce mahalleden arkadaşımızı, Demircililerin tanıyacağı Fahrettin Hocayı, uğurlamıştık aniden ve apansız. Son olarak İsmail Hakkı Hocamızı, gene eskilerin deyimiyle sıralı olmayan ölüm haberiyle… Bir şey daha söyleyeyim: İnanın, hepsi hayata çok pozitif bakan, esprili, gülen ve güldüren insanlardı. Ara sıra diyorum ki acaba sevindirenler, mutlu edenler, azınlıkta olmalarına rağmen daha mı fazla etkiye sahip oluyorlar hayatımızda.

           Vefatından on beş – yirmi gün önce bir arkadaşımız İsmail Hakkı Hoca için; “Maşallah! Hep gülüyor adam devamlı muhabbet” demişti de, kendimin bile haberi olmayan, sanki geleceği işaret ederek “Ne bileceksin belki içine atıyordur, insanların içini bilemezsin!” demiştim. İçine atmıyordu belki ama ne gerek var “şu kısacık dünya hayatında üzülmeye, bugün varız yarın yokuz” diye hep söylenirdi. Bize neticede Allah rahmet eylesin demek düştü, düşüyor. Dualarımız seninle güler yüzlü insan.

          İnternette 107 yaşında bir Arap ninenin videosuna rastladım dün. “Hiçbir şey anlamadım hayattan!” diyor, “hepsi geçti, bugünü hatırlıyorum sadece.” Diye özetliyor asırlık hayatını. Daha dün yirmili yaşlardaydık. Bugün iki katını geçtik. Üç katına gelsek; gene geriye dönüp, “hiçbir şey anlamadık!” diyeceğiz. Önemli olan hoş bir sada bırakabilmek. İlla bir buluş, illa bir mucit olarak hoş sada bırakılmaz bu hayatta. Hem arkadaşların, dostların, tanıyan – tanımayan herkesin huzurunu haksız yere bozmayan hem de girdiği ortama mutluluk, huzur, esenlik veren bireyler olmalıyız benim gözümde.

                En azından deneyemez miyiz?

YAZARLAR