Basri GÜLER- Emekli Öğretmen

Tarih: 12.05.2025 10:36

50 KURUŞA SATIN ALINAN EN BÜYÜK MUTLULUK

Facebook Twitter Linked-in

Yıl 1984 Köyün kalbi gibiydi Mücahit. Ömrüne sığdırdığı sevgi, saygı ve vatan aşkıyla herkesin gönlünde taht kurmuştu. Milli duyguları öyle yoğundu ki, sofrada bir şehit haberi çıksa lokmalar boğazında düğümlenir, o koca yüreği burkulurdu.
Mücahitlerin tek katlı, avlulu bir evi vardı. Yan  tarafı kiraya verir, geçimlerine destek olurlardı. Babası ak sakallı, nur yüzlü bir ihtiyardı. Annesi de onun gibi, ömrünü tamamlamış, piri fani bir çınardı. Yirmi dönümlük tarlaları, bir de küçük bahçeleri vardı. Toprağı ekip biçer, helal rızıklarını çıkarırlardı.
Mücahit, omuzlarındaki yükü erken yaşta hissetmişti. Ortaokulu bitirince okulu bırakmış, anne babasına el uzatmak istemişti. Kasabanın demirci ustasının yanında çırak olarak çalışmaya başlamıştı. Usta okuma yazma biliyordu, Mücahit için adeta bir ışık, bir yol gösterici olmuştu.
Kasabanın evleri genelde tek katlıydı, geniş bir avlunun etrafında U şeklinde sıralanırdı. Avluya bitişik bir de ahır bulunurdu. Demir bir kapı, hırsızlara karşı en güzel önlemdi. Mücahitlerin evi de böyleydi. 
Ahıra bitişik olmasına rağmen, eve altı yedi basamak merdivenle çıkılırdı. Bu sayede evde nem olmazdı. Ahırlarında on inek, yedi de buzağı vardı. Sütlerini sağar, satar, evin ihtiyaçlarını karşılarlardı. Bir evlerinde de sağlık memuru bir kiracıları vardı.
Mücahit, demirci dükkanında ustasının yanında hızla ilerliyordu. Usta, işin inceliklerini, püf noktalarını ona öğretiyordu. İşleri açılmış, kazançları artmıştı. Usta, Mücahit'e gelir artışına göre pay veriyordu. Mücahit, aldığı paranın bir kısmını askerlik için ayırıyor, geri kalanını ailesinin geçimine harcıyordu.
Usta ve çırak, vakit ve cuma namazlarında omuz omuza camiye giderlerdi. Cami yolunda usta, Mücahit'e nasihat ederdi: "Oğlum, daima doğru olalım. İşimizin gerçek değerinde para isteyelim. Hakkımızdan fazlası bize helal değildir. Ama alın terimizin hakkını da alalım. Bir de baktın ki biri geldi, parası yoksa onun işini de yapalım. Çünkü onu bize Allah göndermiştir. 'Param yok, ne yapacağım?' derse, 'İleride verirsin, paran olunca' de."
Bir gün usta, "Bu işten, beraber olunca çok kazanmaya başladık. Askere gidince hiç düşünme, ben senin askerlik masraflarını üstleniyorum," dedi. Mücahit, ustasının elini öptü, "Allah razı olsun," diye mırıldandı.
Akşam eve döndüğünde, Mücahit ustasının söylediklerini anne babasına anlattı. Aklaşmış, beyaz sakallı babası tebessüm etti, "Allah kerimdir oğul. Sen sen ol, ustan başta olmak üzere kesinlikle yanlışın olmasın. Hem halk tarafından sevilir, hem de işinde başarılı olursun. Sen iş aramaya gitmezsin, iş senin ayağına gelir," dedi.
   Annesi de şefkatle konuştu: "Oğul, ustana saygıda sakın kusur etme. İşine ustan gelmeden git. Dükkanını kendi evin gibi temizle. Aletleri tıpkı ev mutfağımızdaki gibi düzenle, yerli yerine yerleştir. O zaman ne kadar mutlu olduğunu göreceksin."
   Mücahit, demirci dükkanından arta kalan zamanını tarlada, bahçede, ahırda anne babasına hiç iş bırakmadan çalışarak geçiriyordu.
Zaman su gibi akıp gitmiş, Mücahit çok büyük ve hünerli bir usta olmuştu. Müşterileri öylesine artmıştı ki, çevre köylerden bile onu bulmaya geliyorlardı. 
   Ustası yaşlanmış, artık iş yapmakta zorlanıyordu. Mücahit, ustasına bir sandalye vermiş, eline çayını tutuşturarak, "Sen burada otur, çayını iç, bana tarif et," diyordu. Kazancının tamamını ustasına veriyor, ustası da ona hakkını ayırıyordu.
Bir gün Mücahit, zengin bir adamın evinde demir doğrama işi yaparken evin güzel kızı Amine'yi görmüş, ilk görüşte gönlünü ona kaptırmıştı. Amine de Mücahit'in dürüstlüğüne, çalışkanlığına hayran kalmış, zamanla ona karşı sıcak duygular beslemeye başlamıştı.
    Mücahit'in askerliğine bir hafta kala, kasabanın ileri gelenleri araya girmiş, Mücahit ile Amine iki gün içinde evlenmişlerdi. Düğün masraflarını ise ustası karşılamıştı. Mücahit ile Amine, ilk olarak anne babasından sonra usta-sının elini öpmüşlerdi.
Günler su gibi geçmiş, askerlik vakti gelip çatmıştı. Mücahit, askere gideceği gün her-kesten helallik almıştı. Adetten olduğu gibi, evinin önünde herkesin katılımıyla asker duası yapılmıştı. Annesinin, babasının ve ustasının elini öpüp sarılarak hayır dualarını almıştı. 
En sonda sevgili eşi Amine'nin iki elinden tutarak, "Bak Amine, annem, babam ve ustam sana emanet. Onlara 'of' bile demeyeceksin. Tarla ve bahçe işlerini yapacaksın. Ahıra bakıp süt işlerini ve yem samanlarını vereceksin," diye tembih etmişti. "Seni önce Allah'a sonra kendine emanet ediyorum," diyerek, bu zamana kadar biriktirdiği geçimlik parayı ona vermişti. "Şehit olursam da her şey sana emanet," demişti.
Mücahit, askerliğini Sivas Temeltepe'de yapacaktı.
Amine, eşinin sözlerini yemin kabul edip hiç durmadan çalıştı. Anne ve babasına hiç iş düşürmeden, onları üzmeden didiniyordu. İşten gelip onların yemeklerini yapıyor, çamaşırlarını yıkıyordu.
Bahçeye gidiyor, hiç yılmadan işleri hallediyordu. Dağa gidiyor, fırın çırpısı getiriyordu. Evin ne işi varsa yapıyordu. Mücahit'in kendisine verdiği parayı da babasına teslim etmişti. 
   Pazara da babası ve annesi ile birlikte gidiyor, eve gerekli olan yiyecek içecekleri alıyorlardı. Amine ve kayınvalidesi, kayınpederi öylesine mutluydular ki, eşinin emanet ettiklerine asla ihanet etmiyordu. Haftada bir de ustalarına gidip evlerini temizliyordu.
   Mücahit'ten ara sıra mektup geliyordu. Amine, mektupları defalarca okuyor, satır aralarında eşinin kokusunu arıyordu. Ona hasret dolu cevaplar yazıyordu. Zaman su gibi akıp geçiyordu.
Mücahit'in acemi birliği eğitimi bitmiş, birliğiyle birlikte Kuzey Irak'ta operasyonlara katılıyordu. Vatanı ve bayrağı için her zaman en önde savaşıyordu.
Bir gün Amine, babasına ve annesine, "Babacığım, anneciğim, bakın ben sizi üz-memeye, evin işlerini özenle yapmaya, ahıra, tarlaya, bahçeye ve ustamıza bakıyorum. Hiç 'of' bile demiyorum. Çünkü siz Mücahit'in emanetisiniz. Buna karşılık eğer uygun görürseniz bir şey almanızı istiyorum," dedi.
Babası ve annesi aynı anda, "Ne kızım, ne istiyorsun?" dediler.
Tam o sırada kapı çaldı. Amine gidip kapıyı açtı. Postacıydı. "Mektup," dedi postacı.
Amine hemen mektubu aldı. Kalbi heyecanla çarpıyordu, korkuyordu. Mücahit'inden şehit haberi alacağını sandı. Mektubu açtı, mektup Mücahit'tendi.
    Mektup, "Canım annem, babam," diye başlıyordu. "Nasılsınız, iyi misiniz?" diye devam ediyordu. Hal hatır satırları uzundu mektupta. Ustasını soruyor, selam söylüyordu. Sonra da, "Hane tarafım nasıl, iyi mi? Selam ederim," diye yazmıştı. 
     Amine bu satırları okurken utanmış ve yutkunmuştu. Mektup bitmişti. Amine oda-sına çekilmişti.
Annesi babasına döndü, "Herif herif, gelinimiz sizden bir şey istiyorum dedi. Sabah sor da alalım. Bak bize bir dediğimizi iki ettirmiyor," dedi. Babası, "Acaba bilezik mi isteyecek, yoksa beşibiryerde mi? Hangisi olursa alırız. Bu gelinimiz sanki bir melek," dedi. Annesi ise, "O kadar hizmete bir derse iki tane alalım," diye ekledi.
Sabah kahvaltı sofrasında anne geline sordu, "Kızım, dün bizden bir şey isteyecektin, alırsanız dedin. Söyle de baban bugün pazara gidecek, alsın çarşıdan."
Amine mahcup bir şekilde, "Babacığım, anneciğim, ama çok istiyorum, istediğim GÜNEŞ GÖZLÜĞÜ," dedi. "Çocukluğumda da çok istemiştim ama bir türlü olmadı. Bir ukde olarak kaldı," diye ekledi.
Annesi babası birbirine baktılar, "Kızım, bu mu istediğin?" dediler. Amine başını salladı, "Evet." Annesi şaşkınlıkla, "Altın bilezik istemiyor musun? Bak, o kadar hizmet ediyorsun, bize bir 'of' bile demedin," dediler.
Babası pazara gitti. Güneş gözlüğünü nereden bulacağını bilemiyordu. Çarşıda gezerken, seyyar bir satıcının el arabasında bir gözlük gördü. Satıcıya, "Bu gözlük kaç lira?" diye sordu. Satıcı, "Elli kuruş," dedi. 
  Babası parayı verdi, gözlüğü aldı ve ceketinin cebine koydu. Hemen kasabaya geri döndü. Eve gelince gelinle eşi Iraz kapının eşiğinde oturuyorlardı. Cebinden gözlüğü çıkarıp geline verdi. Gelin hemen utanarak anne babasına döndü, "Müsaadenizle takacağım," dedi. 
Amine beyaz tenli olduğundan, simsiyah gözlük ona çok yakışmıştı. Gelin ayağa kalktı, etrafında döndü, gülümseyerek anne babasının elini öptü. "Çok sağ olun," dedi. "Beni çok mutlu ettiniz." Sevincine diyecek yoktu.
Hemen evden bir sepet aldı. Etrafında döne döne sevinçten tarlaya koştu, domates, biber, patlıcan toplayıp geldi. Yemek yaparken aynada kendine baktı, gözlüğün verdiği mutluluk her şeye bedeldi.
Akşam karanlık olmuştu. Ahıra ineklere bakmaya gidiyordu. İnekler geline öylesine alışmıştı ki, o gelince sanki sevinirlerdi. Onları okşuyordu, onlar da okşaması için kafalarını uzatıyorlardı. Konuşamasalar da birbirlerini seviyorlardı.
Dama girdi. Gözünde siyah gözlük vardı. O anda ışığı yakınca tüm inek ve buzağılar geline baktılar.  Siyah  gözlükle görünce öyle korktular ki, iplerini kopardılar ve kapıdan öyle bir çıktılar ki tüm ahır ve evler sallandı. Komşuları ve kiracıları da deprem oluyor diye kendilerini dışarı attılar. Anne babası da geldi, komşuları da.      
Dışarı çıkan inekleri zorla ahıra soktular. İnekler gelinin yanına gelip elini yalayıp koklayıp onu tanımaya çalıştılar. Artık inekler de, anne babası da siyah gözlüklü geline alışmışlardı. Gelinin o elli kuruşluk gözlüğü onu o kadar mutlu etmişti.
Mücahit'in ise teskere alacağı gün bir operasyon yapıldı. O gün bir kahpe kurşun gelip Mücahit'i vurdu. Komutanı geldi, Mücahit'in yaralandığı yere baktı.
Vatan hainlerinin çoğunu öldürmüşlerdi, geri kalanlar kaçmışlardı. Mücahit'i kaldırdılar, baktılar ki dizinden yaralanmıştı. Hemen helikopterle hastaneye, Türkiye'ye nakledildi. Tedavi oldu ama ayağı vatan için sakat kalmıştı.
Eve gelince anne, babası, eşi ve ustası onu bağırlarına bastılar. Ustası Mücahit için büyük bir hayır yaptı. Köylülerin tümü katıldığı gibi, çevre köylerdeki müşterileri de katılmıştı.
Mücahit'in ocağı da aynı sıcaklıkla yanı-yordu. Çekiç sesleri, demirin alevle dansının ritmik şarkısı gibiydi. Yüzündeki her çizgi, yılların ve alın terinin izlerini taşısa da, gözlerinde bambaşka bir parıltı vardı: Ailesinin sıcaklığı. Amine'nin şefkat dolu bakışları, iki afacan kızının neşeyle koşturmaları ve küçük oğlunun babasına hayranlıkla bakan gözleri, Mücahit'in en büyük zenginliğiydi.
Ustası ve anne babasının yokluğu kalbinde bir sızı bıraksa da, kurduğu bu yeni yuva, onlardan aldığı sevgi ve öğretilerle şekillenmişti. Demir döverken hissettiği güç, sadece kollarından değil, geçmişinden ve geleceğe duyduğu umuttan da geliyordu.
Artık Mücahit'in adı anılırken, saygıyla "Gazi Mücahit" deniliyordu. Omuzlarındaki bu yeni unvan, vatanı için yaptığı fedakarlıkların bir nişanesiydi. Bu toprakların huzuru için verdiği mücadele, şimdi evinin sıcak atmosferinde, çocuklarının güvenli gülüşlerinde yankı bulu-yordu.
Amine, evin her köşesinde sevgi ve düzeni özenle tesis ediyordu. Onun sabrı ve anlayışı, Mücahit'in yorgun ruhuna bir liman gibiydi. Akşam yemeklerinde bir araya geldiklerinde, günün yorgunluğu yerini tatlı sohbetlere ve çocukların cıvıltılarına bırakıyordu. O anlarda, Mücahit hayatın tüm zorluklarına göğüs germeye değdiğini bir kez daha derinden hissediyordu.
Ve Amine'nin sandığının en özel köşesinde, o elli kuruşluk gözlük duruyordu. Zamanın izlerini taşıyan bu basit eşya, dünyada en çok mutlu olduğu zamanın tanığıydı. Bazen Amine, o gözlüğü çıkarır, tebessümle okşar ve Mücahit'le paylaşırdı o günlerin tatlı hatıralarını. O gözlük, sadece bir aksesuar değildi 
Gazi Mücahit, ocağının başında, demire şekil verirken aslında kendi hayatına da anlam katıyordu. Ailesiyle kurduğu bu sıcak yuva, kaybettiği sevdiklerinin anısını yaşatıyor, geleceğe dair umutlarını yeşertiyordu. Dizi her zaman ağrısa da o ağrılar vatan sevgisinin bir perçinlenmiş mührüydü. Ve o elli kuruşluk gözlük, Amine'nin sandığında, geçmişin tatlı bir hatırası olarak, onların sevgi dolu hikayesini fısıldamaya devam ediyordu.

   Mücahit'in Amine ile iki kız, bir erkek olmak üzere üç çocuğu oldu. Ustası, anne ve babası rahmetlik oldu. Hâlâ Mücahit mutlu bir aile yuvasında demirci ustalığına devam ediyor. Artık o bir Gazi adının başına Gazi eklendi öyle hitap ediliyor. Bunu da hak etmişti. O elli kuruşluk gözlük ise, Amine'nin sandığında, o günlerin tatlı bir hatırası olarak saklanıyor.

                      * Basri GÜLER


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —