Bütün varlıklarını Mekke’de bırakıp Hz. Peygamber’le beraber Medine’ye hicret eden bazı fakir Müslümanlar Hz. Peygamber’in yanına gelip ona dertlerini anlatmaya başladılar: “Yâ Resûlallah! Zenginler cennetin en yüksek derecelerini ve ebedî nimetleri alıp götürdüler! Çünkü bizim namaz kıldığımız gibi onlar da namaz kılıyor, bizim oruç tuttuğumuz gibi onlar da oruç tutuyorlar. Fazla malları olduğu için bir de onlar hac ve umre yapıyor, cihad ediyor ve sadaka veriyorlar; bizim ise sadaka verebileceğimiz malımız yok.” dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber: “Size bir şey haber vereyim mi? dedi ve ekledi: Dediğimi yaptığınız takdirde sizi sevapta geçenlere yetişirsiniz, sizden sonrakilerden kimse de size yetişemez ve içinde bulunduğunuz toplulukta en hayırlı topluluk olursunuz. Ancak onlar da sizin yaptığınız bu tesbihleri yaparlarsa size yetişebilirler. Her namazın peşinden otuz üç kez tesbih (sübhânellâh), otuz üç kez tahmîd (elhamdülillâh) ve otuz üç kere tekbir (Allâhü ekber) getirirsiniz.”
Bir başka hadisinde ise Resûlullah (sav) bu tesbihleri saydıktan sonra, “Kim (sayıları) doksan dokuz eden bu tesbihleri, ‘Lâ ilâhe illâllâhü vahdehü lâ şerîke leh lehü’l-mülkü ve lehü’l-hamdü ve hüve alâ külli şey’in kadîr.’ diyerek yüze tamamlarsa, günahları denizin köpükleri kadar da olsa bağışlanır.” diyerek bütün müminleri müjdelemiştir.
Zikir, sürekli Allah’ı hatırında tutmak ve devamlı Yüce Yaratan’ın gözetiminde olduğunun bilincinde olmaktır. Zikir, Allah’ı anmak üzere yapılması veya söylenmesi tavsiye edilen, hamd, dua, tesbih ve ibadet gibi söz ve fiillerdir. Zikir, Allah’ın varlığının, birliğinin ve sonsuz kudretinin delili olan pek çok konuyu düşünmek, tefekkür etmektir. Allah’ı zikretmek, inanan kalbin gıdası, derdinin şifası ve kurtuluş vesilesidir. Allah’ın en güzel isimlerini zikretmek, O’nun ismini, azametinin farkına vararak tekrar tekrar dillendirmek, gönüle ve zihne yerleştirmektir. Zikir, Mümin kalplerin neşesi, ıstıraplı gönüllerin huzur kaynağıdır; “Bilin ki, kalpler ancak Allah’ın zikriyle huzur bulur.” âyetinde buyrulduğu gibi, mânevî huzura açılan kapının anahtarıdır.
O yüce kelimeleri söylemek, benliğinin derinliklerinde hissederek Rabbi zikretmek bütün ibadetlerin özü ve aslıdır. Zaten İslâm’ın direği ve müminin mi’racı namazdan maksat da Allah’ı zikirdir, O’nu hatırlamak, O’nu anmaktır. “...O hâlde (yalnız) bana ibadet et; beni anmak için namaz kıl.” “(Resûlüm!) Kitaptan sana vahyedileni oku ve namazı kıl. Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah’ı anmak elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür. Allah yaptık larınızı bilir.” âyetleri de bunun açık göstergeleridir. Sabah akşam Allah’ı zikrediyor olmak için sadece Allah’ı zihinde tutmak ve dil ile zikir cümlelerini tekrarlamak yeterli değildir. Hz. Peygamber’in, “Allah’a itaat eden Allah’ı zikretmiş olur.” gerçeğinden hareketle Kur’an ve sünnete uygun bir hayat sürmedikçe, dinin vecibelerini yerine getirip, yasaklarından kaçınarak Rabbin ismini gönle nakşetmedikçe zikir kemale ermez.
Hz. Peygamber, “Allah’ı zikir için oturanları, melekler kuşatır, onları rahmet kaplar, üzerlerine mânevî bir huzur (sekînet) iner ve Allah, yanındaki (melek)lere onlardan bahseder.” buyurmuştur. Ebû Hüreyre’nin naklettiği bir haberde Allah Resûlü, bu tür toplulukların bulunduğu mekânları “cennet bahçeleri” olarak nitelendirmiş ve şöyle demiştir: “Cennet bahçelerine uğradığınız zaman nimetlerinden yararlanın.” Bunun üzerine, “Yâ Resûlallah, cennet bahçeleri nedir?” diye sordum. Hz. Peygamber, “Mescitler!” diye cevap verdi. “Peki, o hâlde nimetlerinden yararlanmak nasıl olacak Yâ Resûlallah?” dedim. Peygamber (sav), “Sübhânellâhi ve’l-hamdülillâhi ve lâ ilâhe illâllâhü vallâhü ekber” diyerek cevap verdi. Bir kudsî hadiste de, “(Zikir meclislerinde) bulunanlar öyle kimselerdir ki onlarla birlikte oturanlar kötü kimseler olamaz.” buyrulmuştur.
Bizi en güzel şekilde yaratıp başta akıl olmak üzere her türlü nimet ile donatan Rabbimizi zikretmemek yani O’nu unutmak ise nankörlüktür, en masum ifadeyle gaflettir. Yüce Rabbimiz bir âyette, “Ey iman edenler! Mallarınız ve evlâtlarınız sizi, Allah’ı zikretmekten alıkoymasın. Her kim bunu yaparsa işte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.” diye seslenerek dünya meşguliyetlerinin aldatıcı rolüne işaret etmiştir.
Her hâl ve şartta Allah’ı zikretmekle sorumlu olan mümini Allah’ın zikrinden alıkoyacak hiçbir sebep olamaz, olmamalıdır. Çünkü zikirsiz bir hayat inanan bir insan için ölümdür, hayatın anlamını yitirmesi demektir. Yine onun belirttiğine göre, “Rabbini zikreden kimse ile zikretmeyen kimsenin misali, diri ile ölünün misali gibidir.” Mümin, rahatlık, bolluk, sıhhat ve afiyet zamanlarında olduğu gibi, sıkıntı, hastalık, musibet ve felâket zamanlarında da Rabbini anmalı, O’ndan yardım istemeli ve gaflete düşüp O’nu unutmamalıdır.
Zikir ruhun gıdasıdır; derdin devası, gönlün şifasıdır. Kalpleri doyuran, ruhları yatıştıran, gönülleri coşturan bir ibadettir.
Zikir, kula farkındalık, uyanıklık ve şuur kazandırır; onu gafletten, vesveseden ve kuruntudan korur.
İnsan zikir sayesinde takvaya erer; yoksulluktan kanaat zenginliğine, yalnızlıktan ebedî dostluğa mazhar olur. Allah’ın rahmetini, bağışlamasını, rızasını ve muhabbetini kazanmak istiyorsa eğer, bir kul için zikir hayatının vazgeçilmez parçası olmalıdır.
Kaynak: Hadislerle İslam