Peygamber Efendimiz Hayber Savaşı'ndan dönüyordu. Eşi Hz. Safiyyeyi de devesine bindirmiş Medine'ye doğru ilerliyordu. Bir ara devenin ayağı sürçtü ve Hz. Peygamber eşiyle birlikte yere düştü. Bunu gören Ebû Talha (Zeyd b. Sehl el-Ensârî) hemen devesinden atladı ve Resûlullah'ın yanına gelerek, “Canım sana feda olsun ey Allah'ın Peygamberi! Sana bir şey oldu mu?” diye sordu. Peygamberimiz, “Hayır, benim bir şeyim yok. Lâkin sen git Safiyye'ye yardımcı ol!” buyurdu. “O sizin annenizdir!” dediği eşine derhâl destek olunmasını istemişti. Bunun üzerine Ebû Talha, Hz. Safiyye'ye döndü. Deveden düşünce muhtemelen üstü başı açılan müminlerin annesini yanında bulunan bir elbise ile örttü. Derken Safiyye validemiz kendine gelip ayağa kalktı. Ardından Ebû Talha deveyi yeniden hazırladı. Peygamber Efendimiz ve Hz. Safiyye tekrar deveye binip ashâb ile birlikte yola devam ettiler. Nihayet uzaktan Medine görününce Peygamber Efendimiz, “Tevbe ederek, kulluk ederek, Rabbimize hamdederek dönüyoruz.” duasını okumaya başladı ve şehre girinceye kadar bu duaya devam etti.
Yolculukta olmadık sıkıntılar, sürprizler, kazalar yaşanabilmektedir. Allah Resûlü'nün yolculuğun sonunda okuduğu bu dua, Yüce Rabbimizin şu âyetiyle tam bir benzerlik arz etmek tedir: “Allah'a tevbe eden, kullukta bulunan, O'nu öven, O'nun uğrunda seyahat eden (ve's-sâihûn), rükû ve secde eden, uygun olanı buyurup fenalığı yasak eden ve Allah'ın yasalarını koruyan müminleri de müjdele!” (Tevbe, 9/112) Bu âyette geçen “ve's-sâihûn” ifadesi, lafzen seyahat edenler anlamına gelmekte ve tevbe, kulluk, hamd, rükû ve secde gibi en önemli ibadetler içerisinde zikredilmektedir. Seyahat edenlerin aç susuz yolculuk yapmalarından hareketle bununla oruç tutanların kastedildiği şeklindeki yorumları dikkate alan birçok mealde bu ifade “oruç tutanlar” şeklinde tercüme edilmiştir. Oysa bilinçli, hikmetli, basiretli seyahatlerin hem gezene hem de gezilen bölgelerdeki insanlara sağlayacağı maddî mânevî yararlar düşünüldüğünde, âyette seyahat edenlerin neden övüldüğü daha kolay anlaşılır.
İslâm'da, Allah'ın kudretini görüp ibret almak, hac ve umre vesilesiyle mübarek mekânları ziyaret etmek, ilim tahsil etmek, akrabaları ve hastaları ziyaret etmek, rızık aramak, inanmayanların baskısı sebebiyle hicret etmek, Allah yolunda cihad etmek, İslâm'ı tebliğ etmek gibi amaçlarla seyahat teşvik edilmiştir. Nitekim Yüce Allah, yaratıcı gücünü görmelerini ve bu gücün âhireti de yaratacağına inanmalarını temin için insanlardan dünyayı gezmelerini istemekteydi: “De ki: Yeryüzünde gezip dolaşın da Allah ilk baştan nasıl yaratmış bir bakın. İşte Allah bundan sonra (aynı şekilde) âhiret hayatını da yaratacaktır. Allah gerçekten her şeye kadirdir.” (Ankebût, 29/20) Yine insanların ibret almaları için doğusuyla batısıyla yeryüzündeki tarihî mekânları da ziyaret etmeleri tavsiye edilmekteydi: “Yeryüzünde gezin dolaşın da (Allah'ın âyetlerini) yalan sayanların akıbetine ne olmuş, görün!” (Âl-i İmrân, 3/137)
Gerek Yüce Allah'ın, gücü yetenlere Kâbe'ye gidip haccetmelerini farz kılması, gerekse Hz. Peygamber'in “Ancak üç mescide (ibadet maksadı ile) gitmek üzere yolculuğa çıkılabilir: Benim şu mescidim, Mescid-i Harâm ve Mescid-i Aksâ.” (Müslim, Hac, 511) buyurması, Müslümanları ibadet amaçlı seyahatlere yönlendirmekteydi. Yine Resûl-i Ekrem, “Allah, ilim öğrenmek amacıyla yola çıkan kimseye cennetin yolunu kolaylaştırır.” (Ebû Dâvûd, İlim, 1) diyerek ilim için seyahat etmeyi de tavsiye etmekteydi. Bundan dolayıdır ki başta hadis talebeleri olmak üzere İslâm'ın ilk asırlarında, Müslüman talebeler, dönemlerindeki en önemli ilim merkezlerinin hemen hepsine giderek oradaki âlimlerden ilim tahsil etmişlerdir.
Amacı ne olursa olsun yapılan her yolculuğun, çeşitli zorlukları vardır. Peygamber Efendimiz bunu şöyle dile getirmiştir: “Yolculuk, birinizin yeme içmesini ve uykusunu engelleyen bir çeşit sıkıntıdır. Bu sebeple (yolcu) işini bitirdiğinde bir an önce evine dönsün!” (Buhârî, Umre, 19) Hangi zaman ve mekânda yapılırsa yapılsın, yolculuklarda karşılaşılan zorluklar sebebiyle İslâm, yolcuların ibadetlerine çeşitli kolaylıklar getirmiştir. Bu nedenle, seyahat esnasında dört rekâtlı farz namazların iki rekât kılınmasına, mestler üzerine mesh müddetinin üç gün olmasına, yolculuk esnasında farz olan orucun ertelenmesine izin vermiştir.
Dahası Resûl-i Ekrem yolcu veya yolda kalan kimseyi ihtiyaç hâlinde zekât verilecek kimseler arasında zikretmek suretiyle seyahat edenlere maddî olarak da kolaylık sağlanmasını tavsiye etmiştir. Bu cümleden olarak Hz. Peygamber, Fedek arazisini yolculara vakfetmiş, Hz. Ömer'in de aynı şekilde Hayber'deki arazisini fakirlere, akrabalara, esirlikten kurtulmak isteyen kölelere, Allah yolunda savaşanlara, misafir ve yolculara vakfetmesini sağla mıştı. Âyet ve hadislerde geçen “ibnü's-sebîl” yani “yolcu” ifadesi, daima yardım ve hizmet edilmesi tavsiye edilen bir sınıf olarak görülmektedir. Bir hadiste de Allah Resûlü, yolcular için inşa ettirilen misafirhaneyi öldükten sonra müminin sevap defterinin açık kalmasına vesile olacak fiiller arasında zikretmişti. Bu tavır ve ifadeleriyle Resûl-i Ekrem gittikleri yerlerde misafir ve yolculara kolaylık sağlanmasını arzulamaktaydı. Bundan dolayıdır ki İslâm medeniyetinde sırf yolcu ların barınacakları, ağırlanacakları hanlar, hamamlar, kervansaraylar, köy odaları gibi hizmet veren nezih mekânlar oluşturulmuştur.
Resûl-i Ekrem, “Üç dua şüphesiz kabul edilir: Babanın duası, yolcunun duası, mazlumun duası.” buyurmuştur. (Ebû Dâvûd, Vitr, 29)
Bu müjde, Allah'ın rızasına uygun bir niyet ile rahatını terk ederek yola çıkan kimselere yönelik olmalı, böyle kimseler yolculukları esnasında maddî ve mânevî açıdan desteklenmelidir. Bu nedenledir ki Hz. Peygamber, yanında bulunduğu hâlde yolcuya su vermeyen kişilerle kıyamet günü Allah'ın konuşmayacağını, onları temize çıkarmayacağını ve onların elîm bir azaba uğrayacaklarını belirterek seyahat esnasında yolcuların da birbirlerine yardımcı olmalarını istemiştir. Nitekim bir sefer esnasında ihtiyaç sahibi birisini görünce, “Yanında fazla binek hayvanı olan olmayana versin, fazla azığı olan da olmayana versin!” (Müslim, Lukata, 18) buyurarak yolcuların binek, yiyecek ve ihtiyaç duyulan diğer konularda yardımlaşmalarını emretmiştir. Allah Resûlü bir hadislerinde de gölgesinde yolcuların dinlenebileceği çöl ağaçlarını kesenleri kastederek “Kim bir sidre ağacını keserse, Allah da onu baş üzeri cehenneme atsın!” (Ebû Dâvûd, Edeb, 158, 159) diye söylemiştir.
Yolculuk esnasında sadece insanlar değil yolcuyu ve yükünü sırtında taşıyan hayvanlar da yardımı ve iyi muameleyi hak etmektedir. Dönemin ulaşım vasıtaları olan hayvanlara yumuşak davranılması, konaklama yerlerinde mola verilerek dinlenmelerinin sağlanması, uzun yolculuklarda kurak ve çorak yerlerden bir an evvel geçil mesi şeklinde hadîs-i şerîflerde yer alan tavsiyeler, Rahmet Elçisi'nin, mahlûkata şefkat hususundaki titizliğini gözler önüne sermektedir.
KAYNAK : HADİSLERLE İSLAM