Bu başlığı görmüşsünüzdür, duymuşsunuzdur veya şimdi duydunuz… Her hâlükârda kendiniz için gerekli olduğuna inandığınız bir meseleyi görmek, duymak ve duyurmaktır mesele anlayacağınız. Sosyal medyada her türlü yanlış hareketin, yanlış paylaşımların yanında iyi paylaşımlar da oluyor. Bunlardan rahatsız olmayalım bari. İyi bir insanın, iyi bir mütefekkirin, iyi bir politikacının sözü, hareketi veya görüntüsü üzerinde rahmet, minnet veya temenni duyguları eşliğinde yapılan paylaşımlar kastettiğim. Canım geçen gün üstat Sezai KARAKOÇ hakkında hiçbir kitabını okumamış, hiçbir sözünü duymamış hatta o güne kadar kendisi hakkında hiçbir fikir sahibi olmayan o kadar çok insan paylaşımda bulundu ki; vallahi şaşırdım. Yanlış anlaşılmasın! Ne kıskandım ne de olumsuz yargıya kapıldım. Sadece şaşırdım. Ve inanın mutlu oldum. Kendim paylaşımda bulunmadım, paylaşımların fazlalığında ama “yazmasam olmaz” dedim ve yazıyorum.
Üstadı üniversite yıllarımda tanıdım. Önce kitapları ile… Aslında biraz soğuk geldi ilk başlarda. Sonra hikâyesini duydum, o herkesten gizlenen, herkesten kıskanılan, herkesin merakını şehir efsaneleri ile kendine göre doldurmaya çalıştığı hikâyesini. Gençlik işte! O zamanlar şimdiki gibi her şey göz önünde bulunmuyordu. Aşkların yüzde doksanı kalplerde hapis yatıyordu. Çok cezbetti beni bu hikâye ve ev arkadaşlarımı. Hep o aşkı yaşamak istedik; Belki binlerce, belki yüzbinlerce genç… Esaslı bir aşk, çok insani, çok romantik ve bir o kadar da dramatik. Efsane tarafını da söyleyeceğim merak edin ya da etmeyin.
O zaman bize anlatılan hikaye şu: Üstat üniversite yıllarında bir kıza âşık olur. Kıza bir türlü açılamaz. Aynı kıza başka bir arkadaşı da aşık olur. İddiaya biner iş. Kimi kabul ederse kızı o kapacaktır. Önce arkadaşı teklif eder, sonra üstat. Ve üstadı kabul eder kız. Gel zaman git zaman kız bu iddiayı duyar ve üstattan ayrılır. Hatta mezuniyet balosunda koşa koşa kendini uçurumdan atarak ölür. Etkilendiniz mi? Yaşınızı on sekiz yirmilere çekin, karasevdaya tutulursunuz bu hikâyeyle. Hikâye tabi ki tam olarak böyle değil! Size zahmet bir araştırıverin. Ama sosyal medyada paylaşmayın neme lazım tazminatı var falan.
Akrostiş tarzda yazılmış bir şiiri de vardır bu aşk hikâyesinin. İşin en etkileyici, en kalbi yaralayıcısı ve en sonunda aşkını ilelebet yaşamak isteyenlere en güzel örneğidir bu aşk hikâyesi. Hatta üstat Sezai KARAKOÇ o aşk yarası ile hiç evlenmeden vefat etti. Kız kabul etmiştir, etmemiştir. Terk etmemiştir, etmemiştir orası önemli değil! Aşk kalbine öyle doğmuş ki bir başka aşka yer bırakmamış. Kıza mı ne olmuş: Kız evlenmiş, çoluk çocuğa karışmış. Belki de gerekli olanı bu.
Açma pencereni perdeleri çek,
Mona Roza seni görmemeliyim,
Bir bakışın ölmem için yetecek,
Anla Mona Roza ben bir deliyim.
Açma pencereni perdeleri çek.
Fikir dünyamıza da oldukça fazla katkı sunan üstat, yazdığı eserler, verdiği sohbetler, hatta sırf vizyon ve menfaatten arındırılmış, seçme ve seçilme kaygısı olmadan, bir ideal olsun diye parti kurmuş bir insandır rahmetli.
Senin kalbinden sürgün oldum ilkin,
Bütün sürgünlüklerim bu sürgünün bir süreği…
Dünya malına, menfaatine, dünyalık hırsına –bizim gibi yenik düşmeyen bir insandı, tüm gerçek şairler ve mütefekkirler gibi.
Aşk adamı tabiri vardır ya, aşkını nasıl hapsettiyse kalbine, ideal bir devletin de yürekte kurulması gerektiği kitaplaştıran adına yürek devleti diyen şiarı olan şair bir mütefekkiri darülbekaya uğurladık.
Her ölüm erkendir. “İnsanlığın dirilişi, İslam’ın dirilişine bağlıdır.” Diyen üstat için diyebiliriz ki; diriliş neslinin abisi rahmetli oldu. Allah rahmet eylesin!..
Son olarak kendisi ile defalarca hemhal olmuş bir arkadaşımın sosyal medyadaki paylaşımını size, aynı duyguyu paylaşarak söylemek isterim:
“Diriliş neslinin öncüsü, antitez olmaktan ziyade tez ortaya koyan, Cebelitarık’tan Cama Adası’na tek devlet diyerek, bir İslam haritası idealini ortaya koyan, çağımızın müstağnisi (özel insanı), üstadın dünya sürgünü tamamlandı.”