Mustafa KAYA

Tarih: 14.12.2022 01:01

UZMAN ÖĞRETMENLİK, HAYVAN HAKLARI, TEKELER KÖYÜ… ORTAYA KARIŞIK…

Facebook Twitter Linked-in

            Ara vermek her zaman iyi olmayabiliyor. Hayatın gerçekleri ile, hayatın meşgaleleri ile dümdüz yaşamak veya buna farklılıklar eklenmesi bazen istediğimiz bazen istemediğimiz hayat tarzı olarak karşımıza çıkıyor. Bu yazıyı onun için üç bölüme ayırdım. 

            Haydi yeniden bismillah.

            HAYVAN HAKLARI

            Son zamanlarda yine toplum pek tasvip etmeyeceğimiz kamplaşmaya girdi. Konu malûmunuz: sokak köpekleri… Hayvan hakları savunucuların ve özellikle sokak köpekleri ile ilgili hak ve hukuk mücadelesi verenlerde ilk aklıma gelen genellikle 90’lı yıllar oluyor. Bu yıllarda iyi hatırlarım –hatırlayanlarınız vardır mutlaka-  adı o zaman medyada sık sık geçen ve şimdi söyleyince “haa evet” diyeceğiniz “Panter Emel”. Biraz da medyatik olma arzusu ile köpeklere eziyet eden ya da konunun aleyhine konuşanların üzerine yürür, panter gibi atlardı. Onun için “Panter Emel” denmişti. İnşallah hafızam beni yanıltmıyordur. Şimdi yeniden bir alevlenme oldu. Demirci’de de o zamanlarda sokak köpekleri toplanır Simav Dağı’na doğru çıkarılır oraya bırakılırdı. Aynı hareketi Simav da yapar Demirci Dağı’na doğru sokak köpekleri bırakılırdı. Ne kadar da rahatsızlık verici idi.

            İnsan hakkı köpek hakkı derken sosyal medyalarımızda gizli kavga halindeyiz. Sokak köpekleri toplanarak barınaklara bırakılıyor. Barınaklardaki bakım ile beraber düşünülmesi gereken bence köpeklerin sadece orada yiyip içmesi, hayatını idame etmesi mi olmalı? Bunun aksine sürüler halinde sokaklarda dolaşan başıboş, saldırmaya meyyal, bırakın çocukları tüm hepimizi korkutan bir hal mi almalı? Bir insana bile acıma duygusunu yitirmiş sevme hakkını sadece hayvandan yana kullanan insanlar ile hayvanı bile sevmekten uzak duracak kadar sevgiden uzaklaşmış insan profilinin ortaya çıkması mı kaygılandırıyor? Bu konuya haftaya devam edelim.

            UZMAN ÖĞRETMENLİK

            Bu ara öğretmenlerimizin farklı bir meşgalesi vardı. Uzman öğretmenlik sınavı. Sınav olacaktı, sınav olmayacaktı, anayasa mahkemesi iptal edecekti, sendikalar, protestolar derken sınav vakti geldi çattı. Yıllarını sınav yaparak geçirenlerin sınava tabi olması mümkün oldu netice itibari ile. Öğretmen camiasının çoğunluğu içlerinde benim de olduğum sınava karşı değildik. Ama bu şekilde uzman ya da başöğretmenliğe adım atmaya itirazlarımız vardı. Camia geniş, sosyalitemiz fazla olunca toplumda etkimiz fazla oldu. İtiraz noktamız yıllarca sınava tabi tutulmaktan mahrum kalışımız, daha önceden şartları belirtilmeden yüksek lisanslılara sınavsız geçiş hakkı tanınması idi. Elbette yüksek lisansın uzman öğretmenlikte önemli bir yerinin olması gerekirdi. Bununla beraber öğretmenlik kariyer basamağı olarak öğretmenin kendi branşında en azından öğretmenlikle ilgili yüksek lisansı tamamlamış olmak daha güzel olurdu. 2006 yılından beri on yılını dolduranları sınav yapmamış olmak da bizler için mağduriyet oluşturdu. Dolayısıyla tartışması hem dozajı yüksek hem de daha yaygın oldu. Nihayet sınav oldu, yüzler güldü. Bence devlet böylece geç de olsa yüzbinlerce öğretmene uzmanlık hakkı vermiş oldu. 

            Sınavla ilgili geçenlerde sınavda gözetmenlik yapan iki arkadaş güldüren bir o kadar düşündüren anılarını anlattılar. Arkadaşın birincisi; bina sınav görevlisi idi. Hem öğretmenleri sınav edecek olmamız hem de gözetmenlerinin çoğunluğunun öğretmen olmadığı bir sınav yapacaktık. Dolayısıyla çoğu gözetmenin sınav tecrübesi yoktu. Açıkçası çok gergindim. Sınav yapacaklarla toplantı yaparken aynı korkunun hepsinde olduğunu gördüm. Ne de olsa yıllardır toplumun hepsini sınavdan geçirmiş, sınav mihmandarlarını, bu zamana kadar kimseyi sınav etmemiş kişiler sınav edecekti dedi. Olayın bu yönü hem güldürdü hem de düşündürdü. Arkadaşımızın ikincisinin hatırası da haftaya kalsın çünkü Tekeler Köyü de var.

 

            Geçen Tekeler Mahallesi Muhtarı ile Tekeler Köyü’ndeydik. Israrla köy tabirini kullanmak geliyor içimden. Bir gün gerekçesini açıklarız. Gezme, görme ve gördüklerimizden haz alma, bizim yaş grubumuz, kırklı yaşların zevk anlayışında kaldı artık. Gençlerimize hadi gezelim görelim dediğimizde söyledikleri cümle “ben gelme yeceğim, ne gerek var. Telefondan televizyondan izleriz” diyorlar. Ama ben özellikle yakın coğrafyamızın, ülkemizin, hatta kültürünü hegomanik güçlere karşı koruyabilmiş ülkelerin içine girmeyi, farklılıklarını birebir hissedebilmeyi yeğlerim. Öyle ki hayatımın neredeyse yüzde doksanının Demirci’de geçirdiğim halde köy köy farklılıklarımızı tam görebilmiş değiliz. Farklılıkları havası suyu ile yaşamak, örfünün adetinin köküne inebilmek daha hoş bir mutluluk veriyor bana.

            Tekeler Köyü’nü on yıl önce çınar ağacı ile tanıdım. Eskiden köyler, kentler bize bu kadar mı uzak oluyordu bilemem. Yayan gidilse bir saat mesafedeki bu ulu çınar üzerine şiir yazılacak, aşk şarkıları terennüm edilecek derecede güzel bir mekan. Konumu ve altında oturduğunuzda - çıkan manzarası da harika. Eskiler “ömrü hayatımızda gördük ya” derlerdi. Gördük, hissettik şükür.

            Üstüne iki asırlık köprüyü de bu sefer Muhtar Abdurrahman Ünlü sayesinde gördük. Altında akan dere ve özellikle kara kara kayaların ve taşların manzarası çok güzeldi. Biz biraz acele ettik ama size sindire sindire o manzarayı  izlemenizi tavsiye ederim. Gerçekten harika. Dinlendiri ci, dinginleştirici ve de huzur verici…

            Eskiden Tekeler köyü civarı köyler Tekeler köyü altından ulaşırlarmış Demirci’ye. Bu yolun şu an ki yola göre daha  kestirme olduğunu söyledi Muhtar. Kendisine iddiasının arkasında durabileceğini de sorarak “neden güzergah değiştirildi?” diye sorduğumda zamanın zenginlerinin ve karar vericilerinin kendi ali menfaatleri için yolu şimdiki adı üstündeki (Tekeler rampası) rampaya doğru çevrildiğini söyledi. Şu saatte iddia doğrudur yanlıştırdan ziyade bundan sonraki süreçler için memleketin ve toplumun menfaatini her şey den üstün tutulması gerekliliği konuşulmalı. Zira on yıllar, yüz yıllar geçse de geçici menfaatler toplumun hafızasından kolay silinmiyor. Kendi itibarımız kadar neslimizin ve anlayışımızın itibari ile kalıcı olmalı değil miyiz?

            Köprüler  insanlar dereden geçerken karda kışta insanlar mağdur olmasınlar diye elbirliği ile yapılmış. Civar  köyler imece usulü ile yapımında emek harcamış günün tüm olumsuzluklarına rağmen. Yükü ve sorumluluğu üstlenirdi eskiden insanımız. Kısa bir tespit ile bu haftayı da “haftaya devamı var” sloganı ile bitirelim bu yazımızı da nasibimize diyerek: “ her şeyi devletten bekleyip yolumuzun önündeki taşı dahi almaktan erinen, üşenen son devrin egoist insanlarının dedeleri bir sorun, bir iş, hayır hasenat işi gibi kamu işlerinde “kim var” dendiğinde önce atlamak için yarışan insanlardı. ” 

            Allah haftaya da buluştursun devamı varları devam ettirebilmek için …

Kolay gelsin hayat hepimize…    


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —