“Allah mahlûkâtı yarattıktan sonra, rahim dile gelerek: ‘Burası, akrabalık ilişkilerini kesmekten sana sığınanların makamıdır.’ der. Allah, ‘Evet öyledir. Sen, seninle bağı kuranlarla benim bağ kurmama, seninle ilgiyi kesenlerden de ilgiyi kesmeme razı olmaz mısın?’ diye sorar. Rahim, ‘Evet, razıyım Rabbim.’ deyince Yüce Allah, ‘Öyleyse bu sana verilmiştir.’ buyurur. Bundan sonra Resûlullah, ‘İsterseniz şu âyetleri okuyun.’ der: ‘Demek siz (İslâm’dan) yüz çevirip de yeryüzünde fesat çıkaracak ve akrabalık ilişkilerini koparacaksınız öyle mi! İşte Allah’ın lânetlediği, kulaklarını sağır ve gözlerini kör ettiği kimseler bunlardır. Bunlar Kur’an’ı hiç düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpleri üzerinde kilitler mi var!”
Din dilinde eşyanın ve varlıkların konuşması sıkça rastlanılan bir üslûp özelliğidir. Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadislerde bunun örnekleri görül mektedir. Henüz bedenleri yaratılmamış beşerin ruhları konuşur. Kıyamet günü ağızlara mühür vurulur, eller, gözler, kulaklar ve deriler konuşur, yapılan işlere ayaklar tanıklık eder. “Doldun mu?” sorusuna cevaben cehennem, “Daha var mı?” der. Yukarıdaki kudsî hadis de bu kabildendir.
Akrabalar arası ilişkiler konusu, “sıla-i rahim” kavramıyla ifade edilir İslâm edebiyatında. “Rahim” ile ana rahmi; “sıla” ile de bağ kastedilir. “Akrabalar arası ilişki” denilen bu bağ, rahimler vasıtasıyla ortaya çıkar. Rahim ile cenin arasında nasıl “kordon” diye bilinen maddî bir bağ var ise doğduktan sonra da akrabalar arasında mânevî bir bağ söz konusudur. Cenin için kordon ne kadar hayatî önemi haiz ise Müslüman birey için de sıla-i rahim o denli önem taşır.
Yüce Rabbimizin en güzel isimlerinden olan “Rahmân” ve “Rahîm” ile “rahmet” ve “rahim” aynı kökten gelir. Kelimenin kökeni, acı ma, esirgeme, merhamet etme anlamını taşır. Rahmân ile Rahîm arasındaki ilişki, sadece aynı kelimeden türemesiyle izah edilemez. Çok esirgeyen ve çok merhamet eden Rabbimiz, rahmet ve merhametini sadece insanlara değil, hayvanlara da ana rahmi aracılığıyla verir. En vahşi hayvanların dahi yavrularına olan şefkat ve merhameti bunun bir sonucudur. Bu, Rahmân’ın arşından çıkan rahmet ağının, rahim denilen hattan yayılmasıdır aynı zamanda. Nitekim Allah Resûlü bir hadisinde, “Rahim, Rahmân’dan uzanmış bir ağdır ve arşa bağlıdır.” buyurmuş ve ‘Rahim’, Rahmân’(dan) bir bağdır.” şeklinde bir tanımlama yapmıştır. Biri, Rahmân ile Rahîm arasında, diğeri ise rahim ile aynı rahimden dağılan akrabalar arasında olmak üzere iki tür ilişki vardır. Her iki ağda da ilişki, rahmet ve merhamet akışı şeklinde gerçekleşir. Arada bağlantı varsa, rahmet ve merhamet akımı devam eder, bağ koparılmışsa rahmet ve merhamet de kopar. Nitekim Hz. Peygamber’in bir kudsî hadiste şöyle buyurduğu nakledilmektedir: “Yüce Allah şöyle buyurur: ‘Ben Rahmân’ım, o (akrabalık bağlarının adı) da rahimdir. Ona kendi ismimden türeyen bir isim verdim. Onunla ilişkiyi sürdürenle ben de ilişkimi sürdürür, onunla ilişkiyi kesenle ben de ilişkimi keserim.”
Sıla-i rahim, câhiliye dönemi Arap toplumunda da değer verilen erdemler arasındadır. İslâm bu hususu daha da önemsemiş, câhiliyedeki birtakım yanlışları düzeltmiş ve onu ilk günlerden itibaren en temel öğretiler arasında sunmuştur. Câhiliyede bu ilişki, başkalarına karşı bir gurur, kibir ve övünme vesilesidir. Körü körüne, taassup derecesinde bir tarafgirlik, zalim de olsa, mazlum da olsa kan kardeşini tutma, kabilesini kayırma, kısaca nesebini âdeta putlaştırırcasına yüceltme söz konusudur. İslâm ise bu ilişkileri ıslah etmiş, temel ilkeleri, karşılıklı hak ve sorumlulukları merkeze alan bir ilişkiler ağı kurmuştur.
Adalet, hakkaniyet, hukukun eşitliği ve suçun şahsîliği gibi İslâm’ın temel ilkeleri karşısında akrabalık bağları hiçbir avantaj sağlamaz. En yakın akraba da olsa, şahitlikte ve yargıda dürüstlükten ve adaletten asla ödün verilmez. Yakını bile olsa kimse kimsenin vebalini yüklenmez. Hatta bu konuda Peygamber Efendimizin dahi ayrıcalığından söz edilemez. Kendisinin de açıkça ifade ettiği gibi, “kızı Fâtıma da olsa...” ne dünyada ne de âhirette yapabileceği bir şey yoktur.
Akrabalar arası ilişkiler konusu Kur’an’ın en temel öğretileri arasında yer alır. Yüce Rabbimiz birçok âyette akrabaya hakkını vermeyi, yardım ve iyilik etmeyi emretmekte, akrabalık haklarına riayetsizlikten sakındırmakta ve akrabalık bağlarını koparmanın, fitne ve fesat ile ilişkisinden söz etmektedir.
Efendimiz’in hicret ettiği Medine’ye varır varmaz verdiği ilk mesajlar arasında yine sıla-i rahim vardır. İslâm’la şereflenen Yahudi bilginlerinden Abdullah b. Selâm şöyle anlatır: “Peygamber (sav) Medine’ye geldiği zaman halk onu karşı lamaya çıktı. ‘Resûlullah geldi!’ çığlıklarını duyunca, bir bakayım diye halkın içinde ben de gittim. Onun yüzünü açıkça görünce, bir yalancı yüzü olmadığını anladım. Ondan işittiğim ilk buyruğu şu oldu: ‘Ey insanlar! Selâmı yayın, yemek yedirin, sıla-i rahmi yerine getirin (akrabalarınızla bağlarınızı koparmayın), insanlar uyurken namaz kılın ve cennete selâmetle girin.”
Akrabalar ile ilişkilerin sürdürülmesinde din farkı dahi dikkate alınmaz. Şirk ve küfür gibi konularda anne babaya itaat edilmesi yasaklansa da onlarla dünyada beraberlik ya da beşerî ilişkilerin sürdürülmesi istenir. Nitekim Müslüman olmamasına rağmen, Peygamberimizin, vefat edinceye kadar amcası Ebû Tâlib ile sıcak ilişkiyi sürdürdüğünü bilmekteyiz.
Akrabalar arası ilişkiler, sevgi, saygı ve ziyaretleşme gibi hususların yanı sıra sosyal hayatın her alanında karşılıklı yardımlaşmayı da gerektirir. Bu dayanışmanın, diyet, miras gibi hukuku gerektiren tarafları olduğu gibi, ahlâkî boyutu da vardır. İyilik yapma konusunda öncelikli kimseler, ilk önce anne, sonra baba, kız kardeşler ve kardeşler şeklinde sıralanır. Genel olarak yardım elini uzatmada, özel olarak zekât ve sadakada en yakınlardan başlanır. Bu durum, Peygamber Efendimizin “el-akrab, fe’lakrab” şeklinde ifade ettiği üzere, en yakından uzağa doğru devam eder. Herhangi bir yoksula verilen, bir sadaka sayılırken; yoksul akrabaya verilen, biri sadaka, diğeri sıla-i rahim olmak üzere iki sadaka sayılır.
Akrabailişkileri hakkındaki ayet-i kerimelerdeki vurguya paralel bir şekilde Allah Resûlü de konunun önemini sık sık dile getirmiştir. Akraba bağlarını sürdürmeye teşvik eden, aradaki bağları koparmaktan sakındıran birçok hadis mevcuttur. Söz gelimi Sevgili Peygamberimiz bu hadislerinde, “Kim rızkının bollaştırılmasını yahut ecelinin geciktirilmesini arzu ederse, akraba ilişkilerini sürdürsün!” buyurur. Bu nedenle soy ve sopun öğrenilmesini tavsiye eder. Zira, “Akrabalar arası bağların koparılmaması, aile içinde sevgi, malda bolluk ve ömrün uzamasına (bereketlenmesine) sebeptir.” Ömrünün uzamasını (bereketlenmesini), rızkının genişletilmesini ve kötü bir şekilde ölmekten kurtulmayı isteyene akrabalarla ilişkilerini sürdürmesi tavsiye edilir.
Aslında sıla-irahim, câhiliye döneminde de oldukça önemsenen ahlâkî bir erdemdi. Gerek Kur’an, gerekse hadisler bu erdemi daha da geliştirdi ve bu konuda Müslümanları aktif olmaya davet etti. İslâm’ın bu konuda getirdiği bir başka husus, akrabalar arası ilişkilerin karşılık esasına dayandırılmaması, aksine ilişkiyi kesenle ilişkinin sürdürülmesi şeklindeki faziletli tavırdır. Yüce dinimizde, sıla-i rahme bu kadar önem verilmesine rağmen, maalesef modern dönemlerde Müslümanların bu konuda oldukça zayıfladıkları görülmektedir. Bilhassa tarım toplumundan sanayi toplumuna, köy ve kırsal hayattan şehir hayatına geçişle birlikte akrabalar arası bağlar neredeyse kopma noktasına gelmiştir. Zira tarıma dayalı hayatta akrabalar aynı bölgede yaşamaktaydı ve işleri gereği birbirlerine daima ihtiyaç duymaktaydılar. Milyonların yaşadığı şehirlerde ise insanımız hem bireyselleşti hem de yalnızlaştı. Gerek hayat şartları, gerekse ‘kimseye muhtaç olmadan yaşama’ dürtüsü, bireyi akrabalarından uzaklaştırdı. O kadar ki kişi yoğunluğu sebebiyle ailesine, çocuklarına, ebeveynine, sıla-i rahme yeterli zaman ayıramamaktadır. Günümüzdeki bunca iletişim ve ulaşım araçlarına rağmen, sıla-i rahim her geçen gün biraz daha zayıflamaktadır. Ne yazık ki sıla-i rahim artık sadece birinci dereceden akrabaların ziyaretine indirgenmiş, ikinci ve üçüncü dereceden akrabalar âdeta birbirlerini unutmuşlar, genç kuşaklar ise belki de hiç tanışamamışlardır. Söz konusu ilişkiler de neredeyse bayramlaşma, düğün veya cenaze merasimlerine katılma şeklinde kısa süreli devam etmektedir.
Şu hâlde Müslüman, dinimizin bu kadar önem verdiği rahim ve rahmet bağlarını zayıflatmamalı, aksine güçlendirmelidir. Bağların kopmasıyla, aradaki rahmetten, sevgi ve merha met ten mahrum kalınacağı unutulmamalıdır. Resûl-i Ekrem’in ifadesiyle, “Akraba ilişkisini kesen, cennete giremez.”
Bu rahmet bağının kurulması, sadece akrabalar arasındaki rahmet akışını değil, aynı zamanda Rahmân ve Rahîm olan Rabbimizin rahmetinin üzerimize bolca inmesini de sağlayacaktır. Peygamberimizin bildirdiğine göre rahim, arşa asılıdır ve (hâl diliyle) şöyle der: “Benimle irtibatı sürdürenle, Allah da irtibatını sürdürsün! Benimle bağını kesenden Allah da bağını kessin!”
Son olarak Sevgili Peygamberimizin, akrabalar arası ilişkilerin koparılmasını kıyamet öncesi alâmetlerden biri olarak saydığını hatırlatalım ve sözün özünü yine Efendimize bırakalım: “Sevabı dünyada iken verilecek iyilik, (başkalarına) iyilik etmek ve akraba ile ilgilenmektir. Cezası dünyada iken verilecek kötülük de haddi aşarak azgınlık yapmak ve akraba ile iyi ilişkiyi kesmektir.”
Kaynak: Hadislerle İslam