Düşündüğünün başına gelmesi düşüncelerinin doğru olduğunun göstergesi değil midir? Geçen ki yazımda toplumun çöküş nedenleri ile ilgili on maddelik bir tespit yapmıştım daha doğrusu alıntılamıştım. Kaynağı da açıkçası sosyal medya idi. Buraya kadar normal
Yazımın içerisinde iki konuda geri dönüşün olabileceğini de belirtmiş bu dönüşler ile yazıyı acımasızca eleştirmesinin önüne geçmeye çalışmıştım. Tam başarılı olduğum söylenemez. Ana hatları ile yazıdaki durumu biraz daha savunmayı deneyeceğim. Sonra maddeleri açmaya çalışacağım. Hazır olun çok da kısa bir yazı olmayacak. Yapacağımız analizler eksiğiyle fazlasıy la faydalı olacak emin olabilirsiniz!
İktidari bir savunma ya da muhalif bir saldırı olmasın demiştim. Çünkü toplumların bozuluşu, dejenere oluşu uzun bir süreç gerektirir demiştim. Yaşım 50. Bizim yaşımızdakiler hatırlar. Özal zamanında ki “köşeyi dönmece uğruna her şeyi yapma yanlışlığı” o zamana dek az ya da çok yapılagelmiş bir durum değil midir? Kaldı ki tespitlerin çoğu ne bu zamanki iktidarın suçu ne de şu anki muhalefetin masumluğunun göstergesi değildir. Yine kaldı ki bozulmanın sebepleri arasın da en fazla etkiye dünya konjoktürü sahip sayılabilir. Ve yine kaldı ki biraz sonra açıklayacağımız maddeler üzerinde eğitim sistemi kadar yabancı kültürlerle dirsek teması, geçim kaygısının etkileri daha da belirleyici olmuştur.
İkinci hassasiyetim de neden seçimden hemen sonra yazdığım ile ilgiliydi. Daha önceki yazılarımı incelediğinizde görürsünüz ki; kendimden başlamak üzere Zülfüyâre dokunmaktan hiç de çekinmemişimdir. Hem bu yazıların ve benim kişiliğim hem de gazetenin formatı geçici, gündelik eleştiri ve güzellemeleri kapalı. Bilmem anlatabildim mi?
Gelelim maddeler ile ilgili görüşlerime. Geniş bir açıklama yapmayacağım. Kısa örnekler konuyu daha iyi anlatır düşüncesindeyim. Başlayalım:
1. Dayanışmanın Yok Olması: Depremzedelere yardım konusunda ilk başta verdiğimiz olumlu sonuçlanan sınavdan sonra, seçim geçtikten sonra ki, halkın tercihine yapılan saldırılar ne anlama geliyor sizce Allah aşkına! Medyaya yansıyanlar dışında Demirci’de bile, ağızdan ağıza, gizliden aşikare, “hak ettiler” denilmedi mi? Ayrıca mahallelerimizdeki fakirlere, yetimlere, öksüzlere ve yabancılara maddi manevi şimdiki yardımlarımız ile bundan 30 yıl önceki yardımlarımız aynı mı bir düşünün!
2. Üretimin Zayıflaması: Kısaca şöyle söyleyeyim hangimiz çocuğunu sanayiye, atölyeye, ticari bir mekâna çocukluğundan itibaren çalışmak için verebiliyor? Üretimi bıraktım hangimiz çocuklarını bizim küçüklükten yaptığımız çiftçiliklere maruz bırakabiliyor? Hiç uzatmayayım; çocuğunuzu markete gönderebiliyor musunuz? Çocuğunuzu Kızılçağla’dan İmam-Hatip lisesine ya da tam tersi Akıncılar Mahallesinden Anadolu Lisesi’ne servis tutmaksızın, yayan olarak okula gönderebiliyor musunuz? Tüketimden kaçmak aynı zamanda üretmek değil midir? Ve ayrıca insan üretime çocukluktan başlamalı değil midir?
3. Tüketim Çılgınlığı: Çok şey söylememe gerek var mı bilmiyorum. Yediklerimizden, içtiklerimizden, giydiklerimizden hesap ederek, bundan 50 yıl öncesi ile şimdiki zamanı kıyaslayabiliyor muyuz? Bakkaldan, okul kantininden, en zenginimiz bile bir gofret alması meseleydi, şimdi en garibanımız marketlerden aldıkları ile evde küçük bir market açıyor neredeyse…
4. Vergilerin Fazla ya da Az Olması: Aslında vergileri vermemek veya az vermekle ilgili bu madde. Çalıştığım kurum itibari ile biliyorum ki devlet daireleri veya devletle ilişkili işletmeler haricinde inanın vergisini tam veren ya da tama yakın veren işletme yok denecek kadar az. Geçen bir büronun vergi levhasını gördüm, o arkadaş adına utandım! Bizim kurumun bir ayda verdiği vergiyi yılda veriyor kerli ferli büro. Peki hepimiz için geçerli bir cümle kurayım: Vergisini tam vermeyen bir toplumun her şeyi devletten beklemesini bırakın da, aynı toplumun devletten bir şey bile beklememesi lazım değil midir?
5. Liyakatin Dikkate Alınmaması: Dev let işlerinde liyakate gerekli özenin gösterilmediği bir gerçek. Hangi iktidar olursa olsun, devlet dairelerinde liyakatli bir kademelendirme yapamıyor. Liyakatin belirlenmesinde hangi kriterlerin olacağını dair ortak bir mutabakat da oluşmuş değil. Sadece bilgi sahibi olanın, yazılıdan en yüksek alanın üst kademede yöneticisi olmasının da liyakatte gerekli sınıflandırmayı yapamayacağı tecrübe ile sabit. Ama can alıcı soruyu bitireyim bu maddeyi de: Madem liyakatsizlikten bahsediyoruz, liyakatsiz olduğu halde her üst kademeye atlayan, bunun için her yolu deneyen, konuya muhatap toplumuzun %90’ı neden inadından vazgeçmiyor? Neden hepimiz hak etmediğimiz yerleri istiyor, hak etmediğimiz yerlerde kalmaya devam ediyoruz?
Daha beş madde var. Daha da uzatmadan aynı başlıkla, üçüncü ve bu konuyla ilgili son yazımızda bitirelim bu konuyu. Anlaştık mı?
Hadi kalın sağlıcakla…