Mustafa KAYA

Tarih: 22.02.2023 13:08

KÜÇÜK KIYAMET VEYA ADINA NE DERSENİZ!

Facebook Twitter Linked-in

        Aslında; çoluk çocuk umre ziyareti için gittiğim Mekke – Medine hakkında yazacaktım. Orada ibadetlerimizi eskilerin deyimiyle noksansız yapmak, oranın manevi havasını ciğerlerimizin tüm alveollerini kapsayacak şekilde teneffüs edebilmek için yazı yazmayı ve sosyal medyada paylaşmayı Türkiye’ye ertelemiştim. Halbuki hem yanlış algıları kırmaya çalışacak hem de o mübarek topraklara gitmeyenleri teşvik edecek, gidenleri de özlem ve hasretle yad etmelerine vesile olacaktım. Ta ki dönüşümüzün sabahında hem de depremden yarım – bir saat sonra sabah namazını Mescidi Nebide kılmak için hazırlık yaptığımız sırada eşimin uyarısı ile öğrendik depremi. Uçağa binmemize bir saat kala da ikinci depremi öğrendik. 

 

        Felaketi öğrendik. Asrın felaketini… İster politik baktığımızı zannedin ister abartılı baktığımızı zannedin deyim yerindeyse küçük kıyamet olduğunu öğrendik geldikten sonra. 

 

        Olay televizyonda anlatıldığı kadar kolay değil. Gece dörtlere kadar bir kişinin göçük altından kurtuluşunu izlemek kadar kolay değil. Bölgeye gitme şansım henüz olmadı ama bölgeye gitmiş kadar oldum. Paylaşayım sizinle…

 

        Depremden iki gün sonrası görevim gereği diyalog kurdum oradakilerle. Hem çalıştığım kurum adına hem de şahsi olarak yapabileceklerimizin adına sorduk soruşturduk. Durumun vahametini anlatmaya gücü kalmamış meslektaşlarım ve arkadaşlarımın yakarışlarını dinledim. Ama itimat edin bunlar bile azmış. 

 

        Şuan Demirci’de akrabalarının yanlarında kalanlar ve kaymakamlığımızın ve öğretmenevimizin de katkılarıyla misafir ettiğimiz toplamda iki yüze yakın depremzede misafirimiz var. Demirci halkından da katkı sunan, katkı sunmak isteyen birçok hemşerimiz de var. Katkılarını bazen alıyor bazen de köylüsüyle kentlisiyle yapabileceklerinin azamisini yapan halkımızın deprem bölgesine yapmış olduğu yardımlara yönlendiriyoruz. Lafı uzatmadan Adıyaman ve Gaziantep ağırlıklı depremzedelerin anlattığı ve ısrarla – merakla sorarak ağızlarından alabildiğimiz anekdotları işin vahametini vurgulamak için anlatayım. Ağızlarından, mealen: 

 

        1– Deprem gününde dışarıya çıktığımızda dondurucu soğuğu – o bölge insanı olmamıza rağmen – daha fazla hissettik. “Depremde ölmeyen soğuktan hiç ölmez.” Demeyin. Soğuk depremden daha öldürücüydü. Biz çocuklarımız soğuktan ölmesin derdinde depremi bile unuttuk. Göçük altındaki akrabalarımızın acısını unuttuk. Bisküvi ile çocukla rımızın açlığını bastırdık. Kendimiz yemek yeme ihtiyacı bile hissetmedik. Kah ateş yakarak kah arabada tir tir titreyerek o bölgede durmak zorunda kaldık.

 

        2– Göçük altından gelen acılı, iniltili ve merhamet isteyen komşumuz, akrabamız, tanıdığımız seslere aciz kaldık. Göçüğe  girmemiz, iniltili sesin sahibine ulaşmamız alet – edevat eksikliği nedeniyle imkansız olsa da, yanındaki, önündeki kısaca etrafındaki yapıların yıkılma tehlikesi de göz önünde bulunduğunda o sese ulaşamazdık. Ve biz ne ise de – yaşımız elli altmış – çocuklarımız ömür boyu o seslerin yankılarını kulaklarında hissedeceklerdir. Çünkü biz o sesleri ölüme terk etmek zorunda kaldık. Psikolojik travmamızı siz hesap edin. 

        3– Köylere ulaşımda hava şartlarının da etkisiyle geç kalındı. Normal şartlar halinde dahi ulaşamadığımız köylere deprem olağanüstü şartlarda ulaşmak imkansızdı. Köylerde depremden sağ kurtulanlar hem kış şartları hem de kurt ve diğer vahşi hayvanlar ile mücadele etmek zorunda kaldı. Ölülerimizi kurtların elinden kurtarmakta bile zorlandık.

 

        4– ( Benim küçük – bölgesel kıyamet olarak nitelendirmeme yol açan) Deprem esnasında çoluğumuzu çocuğumuzu bir saniye düşünebilsek de hemen sonrasında önce kendi sağlımıza kurtuluşumuza baktık. Sonra sadece çocuklarımızın sağlığına bakabildik. Biz Türkiye’nin doğusunda kalan bir topluluk olarak akraba, köylülük ve tanışıklığımıza fazlaca önem veren bir anlayışa sahibiz. Günlerdir kendi acımız, kendi sağlımız bizi o kadar meşgul etti ki kıyamet gibi oradan oraya dağıldık. Telaşla ne yapacağımızı bilmeden savrulduk.

 

        Daha ne olaylar, ne hikâyeler var bölge ile ilgili… “1999 depremini unutan ülkemin insanı bunu da unutur.” Mu diyorsunuz? Benim gibi orta yaş ve biraz daha yaşlılar unutmaz herhalde. Gençler için unutur ama izleri mutlaka kalacaktır. 

        

        Hayat devam ediyor, etmesine de hayatı anlamlı kılmada en fazla yapılacak iş ders çıkarmak değil midir? Dersleri de aklımız el verdiğince rabbim ömür de verirse sonraya bırakalım. Hadi sağlıklı günlere…


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —