Uzman öğretmenlik ile ilgili birkaç kelam etmiş iki hatıradan birini biraz ironik olarak ortaya sunmuştuk. İkincisi için bu haftayı işaret etmiştik. Komik olduğu kadar trajik yaşanmış hadiseyi sunalım size.
Sınav komisyon üyesi arkadaş anlatıyor. Sınav günü kapıdan giren arkadaşlar içerisinde biri dikkatini çekiyor. Hamile ve zar zor yürüyen bir kadın. Kendi kendine herhalde vakti vardır daha diye düşünüyor. Sınav da 16 yıl sonra yapıldığı o an aklına gelmiyor. Onun ağzından aktaralım: “sınav tam başlar iken hoca hanım yanıma geldi. Hocam ben sabah doktora gittim. Doktor bugün doğum yapacağımı dolayısı ile hastaneye yatmam gerektiğini söyledi. Ben de bu gün 16 yılda bir yapılan ve kaçırmamam gereken uzmanlık sınavımın olduğunu söyledim. Doktor itiraz etse de ben geldim dedi. Ben de, benden ne istiyorsunuz hocam deyince; ağrım gelir ise eşim aşağıda bekliyor. Kimseye rahatsızlık vermeden yavaşça aşağıya inmeme yardım edin lütfen dedi.” 40 dakika sonra dediği gibi sınavı bitirmiş ve hemen hastaneye koşmuşlar. Çocukları olmuş o gün. Bu arada arkadaş hocam çocuğun adını Ali Şefik koyalım okulun adı olsun demiş de gülüşmüşler. Adını ne koymuşlar bilem ama çocuk uzman doğmuş vesselam.
Tekeler köyü de yarım kalmıştı. Yalnız bu arada, tarafıma yöneltilen haklı eleştiriye ve haksız eleştiriye de yer verelim isterseniz. Deniliyor ki; bu zamana kadar bir soluk alma verme mesafesindeki yere neden gitmedin? Doğrudur. Siz uyurgezer deyin ben vurdum duymaz diyeyim kendime. Ömrü hayatımızda daha çok gezmek, görmek ve hissetmek nasip etsin Allah. Haksızlığa gelince bu haftaya bıraktım fotoları. Acelemiz yok. Bir de bahsettiğiniz yerlere ve köylere de geleceğiz. Bize kültürünüz ile ikramda bulunun yeter. Memleketin (Demirci’ den bahisle) her yerinde güzellikler ile karşılaşacağımıza eminim. Gezeceğiz, göreceğiz ve eskilerin deyimi ile müstefid olacağız. Manzarasından, suyunun akışından, dağının heybetinden, kayasının silüetinden, halkının derdinden, fendinden halleneceğiz.
Tekelerin kuruluş hikâyesi de diğer civar köylere benzer. Çoban, keçilerini otlatırken keçilerden birinin sakalı ıslak vaziyettedir. Çoban bunu fark eder. Ertesi gün takip eder. Ve bugünkü bol sulu bölgeden suyu içtiğini belirler. Sonra yukarda kurulmuş olan köyüne gider, halkı toplar ve durumdan bahseder. Sonra bütün halk aşağıya, şimdiki köy mahaline göç eder. Bence olma ihtimali en yüksek öykülerden biri bu. Çünkü tekeden dolayı teke denmiş. Takdir sizin…
Bu arada suyundan mıdır, toprağından mıdır ya da havasından mıdır bilmiyorum kavunu ve patlıcanı çok güzel oluyor. Köylüye sorduğumda hocam bilmeyiz ama, Molla İbrahim (şimdiki muhtarın dedesi) hacıdan gelirken getirmiş çekirdeğini. Kökü mübarek yerden dediler. İşin muhabbeti tabi. Eski yolculuklar yayan olduğundan uğrarken birinden getirmiş memleketin birinden. Çekirdek köyün toprağı, suyu, havası bir de sevgisi ile yoğurulunca tatlı mı tatlı kavunu olmuş köyün. Topak patlıcanı da güzel köyün. Reçelini yap ye!... Acısı yok, en azından bize denk gelmedi. Nasipse tadın memleketin nimetlerini. Daha geniş çerçevede aktarılır köy ile ilgili tüm güzellikler. Yolumuz uzun. Başka köyler başka mahalleler var sırada. Hem belki geri döneriz ha!
Hayvan hakları ile ilgili de biraz yazmıştık. Olumlu tepkiler de aldık. Bir paylaşımından da etkilenmiştim geçen ki yazıyı yazarken... Mesaj yazmış paylaşımın sahibi arkadaş. Teşekkür ederim konuya değindiğin için demiş. Asıl ben teşekkür ederim okuma zahmetinde bulunduğun için dedim. Okumayı zahmet olarak gören zamane insanına sitem ederek. Belki de en çok kendime. Dinen, gelenek ve göreneklerimize göre, insanı insan yapan tüm değerlere göre, insana hizmet için yaratılmış (mihenk noktası) her canlı saygıyı hak ediyor. Köpek de önemli. Sıdkın (bağlılığın) sembolü olan bu hayvan, sevilmeyi, saygı duyulmayı ne şekilde hak ediyorsa o şekilde sevmeli, saymalı değil miyiz? Yapana, edene her halükarda saygı duymak ile beraber ne bir kuşu kafese koyarak sevmeli ne de bir köpeği eve koyarak sevmeliyiz. “Bülbülü altın kafese koymuşlar, ille de vatanım!” demiş, açıklamıyor mu her şeyi? Gene tiği ile oyna, sevimli kıl, saldırgan eyle, kendine göre değişik bir hayvan yap, sonra salıver gitsin! Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın! Peki sana dokunmayan yılan başkasına dokunuyor, başkasının kendisine dokumayan yılanı sana dokunursa? Toplum halinde yaşıyoruz beyler, hanımlar! O halde ki sıkıştıkça sıkışıyor, nerede ise birbirimizin tepesinde yaşıyoruz. Artık bana dokunmayan değil insanlığa dokunmayan yılan bile sakıncalı kabul edilmeli sakıncalılar kategorisinde. Köpeklere şiddet, hayvanlara şiddet ne kadar acımasız ise onlarca başı boş tehlikeli, saldırma potansiyeli olan köpeklerinde varlığı o kadar acımasız bir sıkıntı. Sonuç itibari ile insan dışında ki tüm canlılar insan için yaratılmıştır. İnsan, insanca yaşamayı kabul eder, insanca düşünürse, merhameti, sevgiyi, saygıyı insanca ve topluca yaşamına rehber edinirse insanın hakkı da diğer canlıların hakkı da korunur. Hadi kolay gelsin!...





