İbn Abbâs, bir gün aynı binit üzerinde Allah Resûlü’nün arkasındayken onun kendisine şöyle dediğini anlattı: “Delikanlı! Sana bazı şeyler öğreteceğim. Allah’ı gözet ki Allah da seni gözetsin. Allah’ı gözet ki Allah’ı (daima) yanında bulasın. Bir şey istediğinde Allah’tan iste! Yardıma muhtaç olduğunda Allah’tan yardım dile! Şunu bil ki bütün insanlar sana fayda vermek için toplansa Allah’ın takdiri dışında sana faydalı olamazlar. Ayrıca bütün insanlar sana zarar vermek için toplansa Allah’ın takdiri dışında sana hiçbir şeyde zarar veremezler. Bu konuda kalemler kaldırılmış (karar verilmiş), sayfalar kurumuştur (hüküm kesinleşmiştir).” (İbn Hanbel, I, 293)
Hz. Peygamber’in, İbn Abbâs’a Allah’ın korumasına girmenin, Allah’ın dini için çalışması neticesinde mümkün olacağını bildirmesi, insan iradesinin önemine bir vurgudur. Resûl-i Ekrem ardından, Allah’ın istemesi dışında hiçbir şeyin gerçekleşemeyeceğini, sadece Allah’tan istenmesi gerektiğini söyleyerek haddizatında her şeyin sahibinin Allah olduğu hakikatini kalplere yerleştirmeyi arzulamıştır. Aynı hakikati ifade eden pek çok âyetten birinde, “Eğer Allah sana herhangi bir zarar verecek olursa bil ki, onu O’ndan başka giderebilecek yoktur. Eğer sana bir hayır dilerse O’nun lütfunu engelleyebilecek de yoktur.” (Yûnus, 10/107) buyrulmuştur. Buna göre Allah, sahip olduğu mülkte insanlara hareket alanı bahşetmiş ve belli ölçüde tasarruf imkânı vermiştir.
İçinde insan unsurunun olduğu, insan eliyle ortaya çıkan ancak insanı aşan pek çok hususun varlığı bilinmektedir. Genetik yapı, çocukların cinsiyeti gibi konular, sebep sonuç içerisinde cereyan eden bir kısım olayları insanın kontrol edemediğini göstermektedir. İnsan kendi irade ve gücünü aşan bu gibi durumlarda âdeta aşkın bir kaderin varlığını hisseder ve kabullenir. Aynı zamanda bütün bu gerçekleşenleri Allah ezelde bilmektedir. Hadiste yer alan, “Kalemlerin kaldırılması ve sahifelerin kuruması (kararın verilip, hükmün kesinleşmesi)” , vuku bulacak hiçbir şeyin bu ilâhî bilginin dışında kalmayacağını, her ne meydana gelecekse onun ezelde bilindiği ve kaydedildiği, dolayısıyla yeni bir şeyin yazılmasının söz konusu olmayacağı anlamında olsa gerektir. Biz daha yaratılmadan önce ne yaşayacağımızı en ince teferruatına kadar bilen Allah, tercihimizi ne tarafa kullanacağımızı bu ezelî ve ebedî ilmiyle bilmektedir. Bu bakımdan ilâhî ezelî bilgi, meydana gelecek hadiselere önceden bir müdahale değildir. Nitekim Kur’an’da konuyla ilgili olarak şöyle buyrulmaktadır: “Yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki biz onu yaratmadan önce, bir kitapta yazılmış olmasın.” (Hadîd, 57/22)
Hz. Peygamber, her fırsatta insanlara bu dünyaya imtihan için gönderildiklerini hatırlatmıştır. İnsanların bu noktaya odaklanmalarını, bir bakıma tasavvurları aşan kader meselesine dalmamalarını istemiştir. Allah Resûlü, her türlü tedbiri alarak insanın fiillerinde irade sahibi olduğunu gösterir, fakat aynı zamanda, “Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh” (Allah’tan gayrı güç ve kuvvet yoktur!) (Müslim, Zikir, 47) diyerek güç ve kudreti Allah’a nispet etmeyi tavsiye ederdi.
Kısaca “MâşAllah’ olarak bilinen, “Allah’ın dilediği olur, dilemediği de olmaz.” demeyi de Yüce Elçi duasında zikrederdi. Allah Resûlü’nün öğrettiği bu iki ifade daha sonra Müslümanların değişmez virdi hâline geldi.
Kaderin anlaşılması sorunu, Allah’ın iradesinin her şeyi kuşatması yanında insanın irade özgürlüğünün imkân ve sınırının ne olduğu meselesine dayanmaktadır. Kader, ancak insanın yeryüzüne bir imtihan için gönderildiği gerçeği esas alınarak anlaşılabilir. İradesi ve seçme özgürlüğü olmayan bir kişinin denenmesinden bahsedilemeyeceğine göre, insanın sorumlu varlık olmasını mümkün kılan, bu yönünü doğrudan kısıtlamayan üst bir planlamanın olduğu düşünülmelidir. Buna göre insanın bütün tercihleri her hâlükârda bu kaderin içerisindedir ve hiçbir şekilde Allah’ın irade ve kudretinden bağımsız değildir. Hz. Ömer’in Ebû Ubeyde’ye güzel bir temsille, develerini otlatmak için önündeki vadinin kıraç ve otlu yamaçlarından herhangi birini tercih ettiğinde her hâlükârda Allah’ın kaderinin içinde hareket etmiş olacağını söylemesi, işte böyle bir anlayışın ürünüdür.
Benzer bir anlayışa Ebû Huzâme es-Sa’dî’nin, babası aracılığıyla rivayet ettiği şu hadis de işaret etmektedir: Ebû Huzâme’nin rivayet ettiğine göre babası, Allah Resûlü’ne, “Ey Allah’ın Resûlü! Şifa niyetiyle yaptığımız okumalar, tedavi olduğumuz ilaçlar ve korunma tedbirleri, Allah’ın kaderinden bir şeyi geri çevirir mi?” diye sormuş, Resûlullah (sav) da, “Onlar da Allah’ın kaderindendir.” şeklinde cevap vermiştir. ( Tirmizî, Tıb, 21)
Hicrî birinci asrın kader tartışmalarına ışık tutan bu rivayet, yapılan duaların, alınacak tedbirlerin de haddizatında kaderin içinde olduğunu vurgulamaktadır. Kaderde asla bir değişiklik olmaz. Bazı sebeplere bağlı olarak sonradan değişikliğe uğrayan her şey zaten kaderin içindedir, yani ezelî bilgi ve takdir çerçevesinde gerçekleşmiştir. Selmân-ı Fârisî’nin Hz. Peygamber’den naklettiği şu hadisi de bu çerçevede anlamak gerekir. “Kazayı ancak dua değiştirebilir, ömrü yalnız iyilik uzatır.” (Tirmizî, Kader, 6) Bu hadiste duanın insan hayatındaki büyük tesirine dikkat çekilmektedir. Aynı şekilde iyiliğin insan ömrüne kattığı nitelik ve bereket vurgulanmaktadır. Kulun duası, bu duanın neticesi bütünüyle kaderin içindedir. Asıl olan insanın dua ile kulluk bilincini tazelemesi ve Allah’ın her an yaratma hâlinde olduğunu idrak etmesi ve O’na dayanmasıdır. Peygamberimize öğretilen şu dua Allah’ın kudret ve iradesine sığınmanın, kaderi idrak etmenin bir göstergesidir: “De ki: Rabbim! (Gireceğim yere) doğruluk ve esenlik içinde girmemi sağla. (Çıkacağım yerden de) beni doğruluk ve esenlik içinde çıkar. Katından bana yardımcı bir kuvvet ver.” (İsrâ, 17/80.)
KAYNAK : HADİSLERLE İSLAM