Mehmet BOZKURT

Tarih: 17.01.2020 19:28

HALKALI ŞEKER

Facebook Twitter Linked-in

Bu yazımda anılarıma yer vereceğim.

Ben de canlılığını hâlâ korumakta olan anılarıma…

Şimdi sizinle, 1950’lili yılların sonlarına doğru geçmişe bir yolculuk
yapalım. Zamanı geriye saralım…

Çocukluğum köyümüzde geçti. Sevinçler Köyü.

Manisa’nın Demirci ilçesine bağlı. Şirin yeşillikler içinde bir köy. Hoş
şimdilerde adı Sevişler Mahallesi olarak geçiyor.

Ben mahalle çocuğu değilim. Hep köy çocuğu olarak kaldım. O nedenle çocukluk
anılarım hep köyümle ilgili.

  Köyümüz kalabalık ve cıvıl cıvıldı.  İnsan ve hayvan seslerine,
nal sesleri karışırdı… Öküzlerimiz, ineklerimiz, tavuklarımız, horozumuz ve
adı polis olan köpeğimiz vardı. Bir de  kedimiz… Evimizi onlarla
paylaşırdık. Evimizin altında onlar yaşardı üstünde de biz… Büyük kapılı
avlulu bir köy evi. Bizim yaşadığımız yerlere, çardak ve oda, hayvanlarımızın
yaşadığı yere de Dam denirdi. Orası kapalı bir yerdi ve dışardan ışık almazdı.
Karanlıktı. Kedimiz ayrıcalıklıydı. O her yere girer çıkardı. Dışarda işi
bitince de kışın sıcak odada sobanın veya ocak başının yanında kendine göre bir
yer bulur oraya kıvrılırdı. İstediği zaman odaya  girip çıkabilsin diye
de, oda kapısının açılmayan kısmının duvarında, eşiğe yakın bir yerde girip
çıkabileceği genişlikte bir delik bulunurdu. Dam, Karanlık ve tek kapılıydı.
Hayvanlar sadece kış günlerinde Dam ‘da kalırlardı.  Evimizin üstü
topraktı. Oranın adı da Damısta idi. Kışın kar yağdığında üstüne biriken karlar
kürünür, akmasın diye de tuz dökülerek üzerinde bulunan bel kalınlık yuvarlak
taşı üzerinde gezdirilerek toprağı sertleştirilirdi. Mayıs ayından Eylül
sonlarına kadar hep birlikte yaylaya çıkar, tarlalarda olurduk. O zamanlar
tarlalarda iş çok olurdu. Ekilir, sıvarılır, biçilir, sürülür ve köye
taşınırdı… Bu nedenle evde pek durmaz, bir kısım ihtiyaçlar için eve
gidilirdi. Kışın da köyün büyük baş hayvanları toplanır,  Gezek denilen
sürüye katılır, sırayla bir köylü tarafından güdülürdü.  Karlı ve çok
soğuk zamanlar da Gezek olmazdı. O zaman hayvanlar, Damdan çıkarılarak köyün
pınarlarına götürülür oralarda sulanırdı. Çok soğuk  günlerde kovayla su
taşınarak sulanırlardı. Pınar suları gürül gürül ve tertemiz akardı. Su
ihtiyacı onlardan sağlanırdı. Kışın soğuk günlerinde sularından buhar tüterdi.
Evlere su testi ve kovalarla taşınarak getirilirdi.

Alışık olduğum seslerden farklı,  bir ses beni hem korkutur hem de
dikkatimi çekerdi. Köyün yüksekçe bir yerinden yayılan bu ses hem yüksek hem de
bir canlıdan çıkamayacak kadar farklıydı. Amerika’nın Türkiye’ye yaptığı
Marshall yardımlarından biri olduğunu sonradan öğrendiğim büyük bir radyo sesi
idi. Hatta  köyün karşısındaki tarlalardan bile sesi duyulurdu. Tüm köylü
dinlemesine dinlerdi de ben o sesten korkar, evin en arka odasında bir yerlere
sinerdim. Daha elektrikle tanışmamıştık.  O yıllarda vakit ezanları
minarenin şerefesine çıkılarak okunurdu. Aydınlatma aracı olarak, evlerde Gaz
Lambaları, tel saplı el fenerleri hatta yine gazla yanan İdare ile
kullanılırdı. Evin dışında ise Çıra da bu işi görürdü.

Bazen de o sesten korktuğumda Sergenin kapısını açar içine saklanırdım. Bu
en hoşlandığım saklanmalardandı. Çünkü, Dede’min Demirci’ye gittiğinde bazen
değişiklik olsun diye aldığı Vita yağının ucundan parmağımla tırtıklardım.
Sonradan öğrendim ki, adı  margarinmiş bu yağın. Farklı bir lezzeti vardı.
Evde Süt, yoğurt boldu. Arka karanlık oda kiler vazifesi görürdü.  Saplı
büyük bir çinko kova, ağzına kadar sade yağ ile her vakit dolu olurdu. Tabi
tuzlanmış olarak…

Evin çevresinden pek ayrılmazdım. Oralarda oynardım. Dedem bana öküz arabası
yapmıştı. Oyuncağım oydu. Arabamla, sadece toprak ve taş, çoğu zamanda çocukluk
hayallerimi taşırdım…

Düdüğüm de vardı. Düdüğümü de Dedem yapardı, söğüt ağacından. Ben canım
istedikçe avurdumu şişirerek onu öttürürdüm.

Dedem bana Demirci pazarına gittiğinde Halkalı Şeker alırdı. Akşamüzeri
olduğunda onun gelmesine yakın Kıran Pınar’ına  gider, Onu orada
beklerdim. Pınar evimize yakındı. Demirci pazarından dönmesini dört gözle
beklerdim. Geldiğinde, şekerimi Dedemden büyük bir sevinçle alırdım. 

Bazen pazara beni de götürürdü. Bana simit alırdı. Şimdiki simitlerden değil
ama!.. Susamsız ve çok lezzetli olurdu. Yazın da şerbet alırdı. Çarşı içinde
sırtında büyük güğüm olan şerbetçi dolaşırdı.  Sıcakta buz gibi içerdim.
Serinlerdim… Pazarın olduğu günler şehir kalabalık olurdu.  Diğer
 köylerden de gelirlerdi.  Acıktıklarında, bir fırından taze sıcak
 ekmek alır, arasına da tahin helva koydurur fırının duvar diplerinde
bulunan sıralarında büyük bir iştahla yerlerdi. Dedem pazarda yoğurt, yumurta
satardı. Mevsimine göre meyve sebze satardı. Sattıklarıyla gazyağı, şeker, tuz
alırdı. Bazen de köye dönüşte fırından ekmek ve tahin helva alırdı. O ekmeği de
çok severdim. Köyde yapılan ekmekler; esmer, sert ve kuru olurdu. Şehir ekmeği
beyaz ve yumuşacıktı.

Orada şehirli çocukları da görürdüm. Onlar benden farklı giyinirlerdi.
Yazları kısa pantolon giyiyorlardı. Ben kısa pantolon giyemezdim. Çalılar,
dikenler bacaklarımı tırmalar, kanatırdı. Benden yaşça büyükleri bisiklete
biniyordu. Onun üzerine binerek düşmeden giderlerdi… Bizim de öküz arabamız
vardı.  Ben ona çok binerdim. Binmeyi çok isterdim.  İkindi sıraları
da köyümüze doğru yola çıkardık. Yayan bir buçuk saatte köye varırdık. O
yıllarda köylere gitmek için araçlar tanıdıktı… Atlar, beygirler ve
eşekler… Beygirimiz vardı. Bütün yükümüzü o taşırdı.

Dedem hayvan gütmeye gittiğinde yanına beni de alırdı. Bana düdük yapardı söğüt ağaçlarından… Çomak yapardı tutamaklarını ateşte eğerek…

Dedemin şehirden gelirken aldığı Halkalı Şeker’in tadı ile Dedemle birlikte olmamın bana yaşattığı sevinç karışarak birbirini tamamlardı. O tadı hiç unutamadım. Ondan sonra da yediğim hiç bir şekerden aynı tadı alamadım…

 

NOT: Yazılarımı aynı zamanda aşağıya bağlantı adresini bırakacağım kişisel blogumda da görüntüleyebilirsiniz:

https://kuzyakabilisimtarihkultur.com/


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —