Mustafa KAYA

Tarih: 05.07.2023 16:38

BİRAZ ELEŞTİRİ MUHATAPLIĞI BİRAZ DA UĞRAĞIMIZ SALİHLİ

Facebook Twitter Linked-in

               Salihli gezimizden fotoğraf karelerini paylaştık köşemizde. Görsel diyorlar şimdi bunlara. İşin etimolojisi bir tarafa sellercesine bir yoğunlukla görmek lazım her yeri, bakmak lazım ülkemin her yerine. Bununla beraber bir eleştiri aldım üstattan. Açıkçası sevinmedim değil! “Bu çağda insan eleştiri alınca sevinir mi?” sorusuna kendimin sadece kaprissiz bir kişi olduğuma inandığım için değil, eleştiriyi yönelten kişinin üstat olmasının da sevinmeme sebep olduğunu belirtmek isterim. Üstat, Demirci Eğitim Fakültesinin eskimez hocalarından Doç Dr. Rasih Erkul. Aynı zamanda üstat yazar. Yazılarımı okuması bile benim için onur. Eleştirisi hayli hayli onur…

               Rasih hocam diyor ki Salihli’nin il olmasını Demircili olarak beklemek ve istemek yanlış. Çünkü Demirci olarak biz Salihli’den daha kadim bir memleketiz. Yazımda; “Demirci’yi köy kabul edersek Salihli ilçemiz, ilçe kabul edersek ilimiz.” Demem de hocam tarafından eleştirildi. Doğrusu; doğru söylüyor hocam! Önce, Demirci’nin il olması gerekliliğini, tüm şartların bunu gerekli kıldığını söylememiz lazımdı. Bizim bakış açımız; gündemde Salihli ve Akhisar’ın il olması tartışması var olduğundan ve bizim Salihli’yi tercih etmemiz gerekliliği konusuydu. Ama il merkezine uzaklığımız, kadim bir şehir olmamız nüfusu az da olsa Türkiye’de birçok az nüfuslu ilin olduğu düşünüldüğünde bizim il olmamızın daha iyi olacağı millet ve memleket adına düşünülmeli bizce. Hocama da saygılar sunarım bu arada. 

               Geçen hafta uzatmayalım diyerek kestiğimiz noktadan harika bir konak hikâyesinden başlayarak ve fakat uzatmadan devam edelim mi? Hadi buyurun! 

               Çakıroğlu konağı… 

               Eklemeleri ile müthiş bir konak. İçerisindeki süslemeleri, hizmetçileri dahil tüm yaşayanlarına verdiği konaklama mekanlarındaki güzelliği ile müthiş bir mekan. Eskiler mekânı süslemezler, şatafata fazla önem vermezlermiş. Ama 100 – 200 yıldır süsleme sanatları az da olsa kullanılmış birçok eserde. Açıkçası şimdi ile kıyaslandığında daha dokunaklı geliyor insanın ruhuna bana göre bu süslemeler. Konağın sahibinin odaların birisindeki İzmir görseli ile diğer odadaki İstanbul görseli için tuhaf bir hikâyesinin olduğu anlatılıyor: 2 eşi olan Tahir Ağanın, eşinin birisi İzmirli diğeri İstanbulluymuş. İstanbullu olan memleketini çok özleyince İstanbul’un resmini çizdirmiş eşinin odasına. Sonra diğer eşi darılmasın diye onun odasına da İzmir resmini çizdirmiş. İzmir resmini incelemek için uzman değilim ama İstanbul resmi için biraz da olsa uzmanlığım var. Bence İstanbul resmini harikulade yapmış ressam. Her yer kabataslak belli Üsküdar’dan bakınca. Hatta kendince ince ayrıntıya da girmiş bazı bölgelerde. Konağı incelerken kafanızda bu ruh hali de bulunsun isterim.

               Birgi… 

               Kıymeti benim için içinde metfun bulunan İmamı Birgivi Hazretleri olması dolayısıyla daha önemli. Hazret, Balıkesir doğumlu olup İstanbul’da tahsilini tamamlamış. Birgivi, devrin açık sözlü, sözünü esirgemeyen, devrinin sosyolojik yapısına zaman zaman itirazlar edebilen bir zat. Kitaplarının 60 civarı olduğu göz önünde bulundurulduğunda vaktini okumakla, yazmakla ve toplumu gözleyerek geçirmiş diyebiliriz. İslam dünyasında kitapları sayesinde ün yapmış olması ayrı bir değerdir kendisi için. Kısa bir itirazını aktarayım ki daha iyi anlayınız: “Özellikle, memuriyetlerin rüşvetle satılması, kadılar, muhtesipler ve diğer görevlilerin rüşvet alması, ehil olmayanlara ilmî ve idarî rütbeler verilmesi, bu yüzden bilgisizliğin yaygınlaşması ile ortaya çıkan her türlü bid’at ve hurafe İmam Birgivî’nin şiddetle karşı çıktığı hususlardı. Devlet adamlarından cami görevlilerine varıncaya kadar, cemiyetteki her zümrenin davranışlarında gördüğü aksaklıklara karşı çıkıyor, va’z ve kitaplarında onları eleştiriyordu. Bu tenkitleri yaparken, hatır gönül dinlemiyor, kimseden çekinmiyordu. Tanınmış âlim, Sultan’ın hocası ve kendisinden Birgi’ye gitmesini rica eden hemşehrisi Ataullah Efendi’yi bile, yetkililer üzerinde nüfuz sağlayarak devlet işlerine karıştığı gerekçesiyle ikaz etmesi, onun dürüstlük ve cesaretinin dikkat çekici bir örneğidir.” 

               Ölünce kendisine türbe yapılmamasını sıkı sıkı tembihleyen İmamı Birgivi’nin kabrinin yakınlarındaki bir mezar taşı ile ilgili hurafeyi de yazarak yazımızı sonlandıralım. Söz konusu mezar taşına kulağımızı dayadığımızda şırıl şırıl akan bir dere sesi geliyor. O sesi andırıyor hakikaten. Hatta dere sesi de olabilir gerçekten. Ama bu o kabrin veya kabristanın kutsallığını, orada yatan İmamı Birgivi dahil kimsenin söylenildiği gibi yüz yıllar boyu rahmet seli akıtacağı anlamına gelmiyor! Kendisinin kutsal olmadığını, eserlerinin önemli olduğunu belirten bir alimin kendisi için türbe bile yapılmamasını bu sebeple kutsanmamasını isteyen bir alimin, ne kendi ne de orada bulunan kabirlerdeki herhangi birinin olağanüstü anlamlı olması gerekmiyor. Kitapları ve düşüncelerinin hala daha ders olarak okutulması onun büyük ve önemli bir insan olduğunun göstergesi olmaya yeterlidir. Gerisi lafı güzaf…    Hoşça kalın, hayırlı haftalar…


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —